1. HABERLER

  2. DENİZ KÜLTÜRÜ

  3. “Bir varmış bir yokmuş gibi Kabotaj”
“Bir varmış bir yokmuş gibi Kabotaj”

“Bir varmış bir yokmuş gibi Kabotaj”

Doç.Dr. Kemal Arı'dan Denizcilik ve Kabotaj Bayramı üzerine bir makale...

A+A-

Geçenlerde gündelik bir gazetedeki köşesinde, Türkiye’de çok tanınmış ve ünlenmiş bir siyasetçinin, gündelik olaylarla ilgili yaptığı bir değerlendirmede, ““ Kabotaj Bayramı’ gibi saçma sapan günlerin kutlandığı ülkemizde...” diye başlayan bir cümlesini gördüğümde, içimin yandığını hissettim.

İfade çok netti:

Bu önemli siyaset adamına göre, Kabotaj Bayramı, saçma sapan günlerin kutlandığı günler anlamına geliyordu...

Eğer bu doğruysa, yani bu çok önemli siyaset adamının dedikleri bir gerçeği dillendiriyorsa; Cumhuriyet’i kuranlar, 1 Temmuz gününü neden Kabotaj Bayramı olarak kutlamaya başladılar ve o günlerden bugünlere bütün bir ulus bu günü bir bayram olarak ana geldi?

Şimdi ne yapmalıyız?

İşte, Kabotaj Bayramı’na şurada iki üç gün kaldı.

Yine koskoca bir ulus, bu saçma sapan günü (!) bayram olarak kutlamak için, onca zaman yitirip, paralar dökerek; inanmadığı, bilmediği, ne anlama geldiği konusunda bile hiç bir düşüncesi olmadığı bir konuda, kendisini çiğ, kullanılmış, bir parça da aldatılmış; önemsiz bir işi yapmaya zorlanmış gibi mi hissedecek?

Bunlar ve bunun gibi binlerce soru insanın duygu dünyasında dönen, yanıtını bulamadığı şeyler.

Bu tür çelişkilerin, iç sorgulamalarının ne önü var ne sonu.

Ancak her şey bir yana, yine de bir gerçek var:

Kabotajı bugün, bırakalım sokaktaki gündelik yaşamını yaşayan ortalama bir insanımızı, oldukça mürekkep yalamış, üniversiteler bitirmiş, akademik uğraşılar içinde yer almış pek çok kişi bilmiyor ve Türkler için ne anlama geldiği konusunda bir düşüncesi bulunmuyor.

Garip, şaşırtıcı; hatta oldukça da ürkütücü; ancak durum bu...

Bugün Kabotaj’ın tam olarak tanımını yapabilenlerin sayısı bile oldukça sınırlı...  Ancak, bunu bu biçimde dile getirdiğimizde, kendini çokbilmişlik tavrı içinde, insanlara haksızca yapılmış bir burnu büyüklük olarak da algılanmamalıdır.

İçimizdekini hemen söyleyiverelim:

Aslında bu bilgisizlik bir parça da normal...

 

Bundan daha şaşırtıcı olan şu: Türkiye, 1 Temmuz 1926 tarihinde Kabotaj hakkını elde etti; 1 Temmuz 1928 gününden bugüne de bu günü bir denizcilik bayramı olarak kutluyor.

Ancak düşünebiliyor muyuz; bu ülkede, bu günlere gelinceye dek, kabotajı tarihsel anlamı, neler getirdiği neler götürdüğü ile ortaya koyan tek bir araştırma bile yapılmadı! Kavramın hukuksal yönünü inceleyen bir iki makale dışında; değindiğimiz boyutuyla, kabotajın ne olduğunu ve Türkler’in tarihi ile ilgili ne anlama geldiğini ortaya koyan, tek bir kitap ya da makale kaleme alınmadı. İnsanın kanı donuyor; koskoca bir ulus, neredeyse bir yüz yıl boyu bir önemli tarihsel başarısını bayram olarak kutluyor; ancak bu önemli başarının ne anlama geldiğini ortaya koyan tek bir çalışma, 2010’lu yıllara geldiğimiz bu günlere kadar böyle bir çalışma yapılmamış? O halde, bu ulusun çocukları neyi kutladı? Ne için onca zaman, emek ve para harcandı? Bunların bilinmeyişi, olayın önemsizliğini ortaya koymaz ya da var olan öneminden bir şey eksiltmez. Burada söz konusu olan, olayın önemsizliği değil, bir ulusun aymazlığı, bilinçsizliği, hodbinliği ve riyakârlığı...

Evet, hodbinlik ve riyakârlık...

Bunun başka bir anlamı olamaz.

Bir ulus, kendi tarihinde çok önemli gördüğü bir olayı, bir bayram olarak kutlamaya karar verdiyse, bunu da neredeyse üççeyrek yüzyılı aşkın bir zamandır gerçekleştiriyorsa... Onca emeğe, zamana, çabaya karşın, en okumuş yazmışlarımız, siyasetin en tepesinde yer almış kişilerimiz bile ne anlama geldiğini bilmiyorsa; bu bilgisizlik nedeniyle de yanlış yorumlar yapılıp, buradan da kimi çıkarsama ve eleştirilere kadar gidilebiliyorsa... İnsanın kendi kendine; “Eyvah, başımıza daha neler gelecek?” diye hayıflanması, hatta üzülmeyi bir yana bırakalım, geleceğe ilişkin, kimi kaygılar taşıması doğal değil mi?

Şimdi şöyle bir düş dünyamızı zorlayalım:

Gözlerimizin önüne bir ülke getirelim. Bu ülkenin çocukları okullarda ülkelerini anlatırlarken, onun üç tarafının denizlerle çevrili olduğunu söylüyor olsunlar... Bu ülkenin tarihine baktığız zaman da, bundan yaklaşık bir yüz yıl kadar önce, başka ülkelere verdiği ayrıcalıklar nedeniyle, kendi gemileriyle kendi yükünü ve insanını bir limandan alıp başka bir limana taşıma özgürlüğü bile bulunmuyor olsun...  Yani o ülke, kendi kıyılarında, kendi ürettiği tahıl ürünlerini, yününü, yapağısını, koyununu, keçisini, madenini hatta kendi insanını kendi limanlarından alıp, başka bir limanına götürürken, kendi bayrağını taşıyan gemileri kullanamıyor durumda bulunsun... Hatta, yük ve insan taşıyacak ticari gemileri bulunmasın ve hep bu işi başkaları yapa gelsin. Ülkenin insanları da garip bir biçimde ilk başlarda bu tür işlerde uğraşmayı, kendilerini küçük düşürecek bir ticari süreç olarak değerlendirsin ve hep başkalarına havale etmeyi,  bir alışkanlık haline getirsin... Ardından da başka ülkelerin denizcilikte ve deniz ticaretinde aldıkları yola bakıp; bir komplekse girerek, bu tür işlerin önemli olduğunu kavradıktan sonra da bir özgüven eksikliği içinde, kendilerinin bu işlerde başarılı olamayacağı gibi ezik bir düşüncenin içine düşsün... Derken, yitirdiği savaşlarda, ülkenin bir yerinden askeri mühimmatını, topunu, tüfeğini, askerini gemileri olmadığı için, bir yerden bir yere taşıyamasın...

Ve... Asıl önemlisi...

Gün gelip, limanların önemi kavranınca ve ülkede yabancı sermaye ile yine yabancılara ihale edilerek, limanlar yaptırılınca; bu limanlardan yararlananlar hep yabancılar olsun... Ardından da biz de bu işi yapmalıyız diye ortaya çıkan kimi kişiler, ülke yöneticilerinin çabalarıyla, küçük ölçekli denizcilik işletmeleri kurulması için uğraşılar ortaya konulduğunda, yabancılar o ülkenin limanlarından yararlanırken hiç bir vergi vermezken, o ülkenin yurttaşları vergi versin... Kimi haklardan mahrum kalsın, kimi sektörlerin, işlerin içine hiç bir zaman sokulmasın...

Daha saymaya gerek var mı?

Örneğin, bu ülkenin var olabilmek için bir ölüm kalım savaşı vermek zorunda kaldığını; bu savaşın sonunda onurlu bir barış elde ederek, artık denizlerde kendi bayrağını taşıyan gemilerle yük ve insan taşıma hakkını elde edebildiğini... Ancak gemisi olmadığı için, tam üç yıl beklemek zorunda kaldığını, kendi öz kaynakları ile çok sayıda yabancı bandıra taşıyan gemiyi satın alarak, onlara Türk bayrağı çekildiğini... Ve böylelikle, üç yıl sonra yabancılara bu alanda yasak getirilerek; kendi gemileriyle kendi insanını ve yükünü taşıma başarısını ortaya koyduğunu...

Şimdi düşünelim:

Bu anlatılan şeyler nerede olur?

Bir masal ülkesinde değil mi? Örneğin cinlerin, perilerin, şeytanların, Alilerin, Velilerin; Kırk Haramilerin olduğu bir masal ülkesinde ancak, bu denli şaşırtıcı şeyler olabilir...

Ancak unutmayalım:

Bu ülke gerçek bir ülkenin adıdır; ve orası Türkiye’dir...

Türkler, ancak masallarda olabilecek ölçüde şaşırtıcı geri kalmışlıklarını, sarılmışlıklarını, sömürgecilerin ahtapot kollarının arasında yok edilmek için ezilip dururken, kıvranıp duran bedenleri üzerinde son bir hamle ile dirilip, bir varoluş savaşı verdiklerini, kendi akıllarının ve belleklerinin yerine gelip; kendilerine ait bir hakkı elde etmek için köklü bir uğraşı verdiklerini... Derken, ülkenin kendi öz kaynaklarıyla, 23.000 tonilatoluk yük ve insan taşıma kapasitelerinin üç yılda 80.000’e çıkarıp, bunu bağımsızlığın bir ön koşulu ve gereği olarak gördüklerini değerlendirirken; bütün bu uğraşıları şimdi “Saçma Sapan” mı değerlendireceğiz?

Üç gün sonra Denizcilik ve Kabotaj Bayramı...

Buyurun, bu masal ülkesinin çocukları olarak, hala bu önemli günde ne kazanıldığını, neler başarıldığını bilmeden; masal dünyasının belleği zayıf, bilgisi kıt cüceleri olarak, önümüze konulan rolü oynamayı sürdürelim...

Ne dersiniz?

Bunu kendimize yakıştırabiliyor muyuz?

Doç.Dr. Kemal Arı

([email protected])

Bu haber toplam 2691 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.