1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Suyun yazdığı tarih: İstanbul’un kaybolan dereleri
Suyun yazdığı tarih: İstanbul’un kaybolan dereleri

Suyun yazdığı tarih: İstanbul’un kaybolan dereleri

İstanbul derelerinin tarihini araştırdıkça, derelerin birçok olayda tarihin öznesi durumunda olduğunu görüyoruz. Onlar unutulup gitse de vesile oldukları isyanlar, fetihler ve felaketler unutulacak gibi değil.

A+A-

Bizans’ın anahtarı: Bayrampaşa Deresi(Lykos)

 

Bayrampaşa Deresi de (Halk arasındaki adı Yenibahçe Deresi) diğer birçok İstanbul deresi gibi yok olmuş bir deredir. Dere yok olmadan önce Sur içi’ndeki tek dere olma özelliğine sahipti. Şu anda ise dere İstanbul’un en yoğun araç ve insan trafiğinin yaşandığı bölgelerden biri olan Vatan Caddesi’nin altında kalmaktadır. Bir bakıma derenin aktığı yerde şu anda Vatan Caddesi akmakta, daha sonra yapılan metro hatları da bazı noktalarda dere yatağını takip etmektedir.

Bizans ve Osmanlı’nın başkentinden geçen derenin içinde nasıl bir tarih sakladığını; Marmaray çalışmaları sırasında, derenin döküldüğü Langa (Antik Theodosius Limanı) civarındaki çökeltide elde edilen arkeolojik bulgulardan da anlayabiliyoruz. Marmaray kazıları sırasında fark edilen bu antik liman, arkeologlar tarafından incelendikçe, antik döneme ait birçok kalıntı ortaya çıkarılmıştı. Bu kalıntıların çoğu bize antik dönemdeki gemi inşa teknolojisi hakkında fikir veren gemi kalıntılarıydı.

Bayrampaşa deresi İstanbul’un Osmanlı orduları tarafından kuşatılması sırasında da kilit bir rol oynamış. Zira Bizans surları Bayrampaşa Deresinin akışına izin vermek için Sulukule civarında bir geçit olacak şekilde tasarlanır. Bu yüzden saldırılar bu yöne yoğunlaşmış, Bizans’ın surları en çok bu noktadan zorlanmıştır. Dere İstanbul’un fethi için adeta zafere gidecek bir yol olarak kullanılmıştır Tam olarak bilinmese de Bizans surlarının ilk bu noktadan delindiği düşünülmektedir. Aynı zamanda Sulukule isminin de; dere suyunun kente güvenli bir şekilde ulaşabilmesi için, suyun kente girdiği noktada kurulan kuleden geldiği bilinmektedir.

Derenin civarındaki Yedikule ve Yenibahçe Bostanları’nda 1960’lara kadar aktif tarım yapılmıştır. Dere bu bölgede yetişen ünlü Bayrampaşa Enginarı’na da ismini vermiş. Derenin ömrü Adnan Menderes hükümetleri döneminde yapılan istimlak çalışmalarıyla sonlandırılmıştır.

pinargenti_1573_istanbul_b-001.jpg

 

 

 

“Katil Ayamama”

Evet, kendisini birçoğumuz bu gazete manşetleriyle tanıdı. 2009 yılında yüzyılın en büyük sel felaketi İstanbul’u vurduğu zaman adını duyuran dere; Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın “Derenin intikamı ağır olur” sözleriyle de hafızalara acı bir şekilde kazınmıştı. Aslında bu olay bir ilk değildi. Yanlış şehirleşme politikalarının da sonucuyla Ayamama daha önce de birçok doğal felakette tehlike arz etmişti. 1995’te yaşanan sel felaketi ve 1999 yılındaki depremde derenin taşıdığı alüvyonlu toprağın zemini yumuşatması sonucu, özellikle Ataköy bölgesinde ciddi hasarların meydana gelmesi bunlardan bazılarıydı.

Derenin isminin; Kapadokyalı bir çoban olan Aziz Mamas ya da Rumca Kutsal Anne(Meryem Ana) anlamına gelen: Άγία Μαμά’dan geldiği biliyoruz. İki figüründe Ortodoks Hristiyanlar için ne kadar kutsal olduğu aşikar. Fakat bizim Ayamama’nın anısına yaptığımız saygısızlık da bir o kadar vahim. 70’li yıllara kadar derenin geçtiği Ataköy semtinde, Baruthane Komutanlığı arazisi içinde bir ayazma (Hristiyanların kutsal su kaynaklarına verdiği isim) bulunuyordu. Bu ayazmaya Rum vatandaşlar gelip ibadette bulunurlardı. Fakat bölge imara açılınca ayazma hiç iz kalmayacak şekilde yerle bir edilmiş. Ondan sonrada korku filmi senaryosu gibi, bizim de başımıza tek tek bu felaketler gelmeye başlamış.

Şimdi Ayamama’yı ıslah çalışmalarında sona yaklaşılsa da, bütün bu olanlardan şunu anlıyoruz: Ayamama’yı ne kadar terbiye etmeye çalıştıysak,  yeni yerleşimler kurmak için derenin yatağını ne kadar daraltıp, değiştirdiysek, tarihine ne kadar saygısızlık ettiysek oda bunların hesabını bizden acı bir şekilde sormuş. Yani “Derenin intikamı ağır olmuş”

 

Lale Devri eğlencelerinin merkezi: Kağıthane Deresi

 

İstanbul’un içinde tarih saklayan bir diğer deresi de Kağıthane Deresi. Haliç’e Can Suyu projesi kapsamında İstanbul Boğazı’nın sularıyla buluşturulan dere, ekosistemin bozulacağı uyarıları bir yana; birkaç sene öncesine göre oldukça iyi durumda. Fakat dere asıl altın çağını bundan yaklaşık üç yüz sene evvel Lale Devri döneminde yaşamış. Bölgeye o dönem Avrupa’da moda olan süs havuzları, fıskiyeler, lale bahçeleri ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın bizzat üzerinde durduğu Sadabad Sarayı inşa edilip; Kağıthane Deresi “Cetvel-i Sim(Gümüş Cetvel)”de denilen mermerden bir kanalın içine alınmıştır. Bu yeni haliyle Kağıthane Deresi ve çevresi, dönemin Osmanlı sosyetesinin büyük ilgi gösterdiği, İstanbul’un gözde bir sayfiye yeri oldu. Lale devrinde yörenin güzelliği şairlerin dizelerine bile yer bulmuş, dönemin ünlü şairi Nefi  "Mahşer olmuş sahn-i Kağıthane Dünya buradadır / Cennete dönmüş güzellerle temaşa bundadır." dizeleriyle bölgenin güzelliğini anlatmıştır.

 

Fakat ne trajiktir ki bölgenin dillere destan güzelliği kendi sonunu hazırladı. Lale Devri’nde Osmanlı sosyetesinin Kağıthane çevresinde yaptığı eğlenceler, halk arasında ciddi huzursuzluklara ve “Halk fakirlik içindeyken safahat alemleri yapılıyor” dedikodularına sebep olunca; bu huzursuzluklar ve dedikodular artarak 1730 yılında Osmanlı tarihinin en büyük ayaklanmalarından Patronalı Halil İsyanı’nı meydana getirdi. Ayaklanmadan sonra bölgedeki köşkler isyancılar tarafından yağmalanıp tahrip edilmiştir. Daha sonra düzenleme çalışmaları yapıldıysa da dere ve çevresi Lale Devri’ndeki ihtişamına bir daha kavuşamamıştır.

lale-devri-001.jpg

 

 

Kağıthane’nin yerine, Göksu deresi

 

Aslında bölge sadece Lale Devri’nden sonra değil çok daha eskilerde Bizans döneminde de gözde bir mesire yeridir. Bizanslılar çayırlıklar ve ağaçlarla tepeye doğru uzanan bölgeye,  “Potamoion(Kutsal Kuyular)” adını veriyorlar. Göksu Deresi’nin o dönemki adı ise  “Aretea’ (Güzellikler)dır”. Bizanslılar buradan akan suların, hastalıklardan koruduğunu, günahlardan arındırdığını düşünüp; su kaynaklarının başına ayazmalar inşa ederlermiş. Osmanlı’nın fethinden sonra da insanların Göksu Deresine ilgisi devam eder. Bu kutsal suya Rumlarla beraber Müslümanlar da ziyarete gelir ve çevredeki panayırlara katılırlar.

 

Patronalı Halil İsyanı’yla beraber Kağıthane Deresi ve çevresi isyancılar tarafından talan edilince, İstanbul sosyetesinin yeni eğlence ve mesire yeri Göksu Deresi olur. Göksu deresi, sandal sefaları ve Baruthane Çayırı’nda sergilen orta oyunlarıyla zamanla popüler olmaya başlar. Dünyaca ünlü ressam Fausto Zonaro (1854-1929)’da Göksu Deresi’nin bu dönemde pek çok resmini çizmiştir. O yıllarda tepeleri; çam, çınar ve çitlembik ağaçları süslemektedir. Mesire alanında panayırlar kurulduğunda, her yerde laternalar çalınıp sirtaki oynanırken, eğlence ağaçlara asılan fenerlerin eşliğinde gece de devam eder. Fakat 60’lı yıllarda yaşanan 6-7 eylül olaylarıyla Rumlarla Türklerin arasına sokulan nifak tohumu burada da etkili olur ve Rumların kutsal saydığı ayazmaların birçoğu yıkılır. Günümüze kadar başta kirlilik olmak üzere birçok problemle boğuşarak gelen Göksu Deresi’ni iyileştirme çalışmalarında yavaşta olsa bir ilerleme söz konusu.

fausta-zanora-001.jpg

 

 

 

 

Kemal Can Kayar

virahaber.com

Bu haber toplam 22300 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.