Birbirini yaratan ülkeler: Rusya ve Türkiye

DR. NEJAT TARAKÇI

Dünya tarihinde kaçınılmaz bazı olayların aynı döneme denk gelmesi, birçok ülkenin kaderini belirlemiştir. Bunlardan ikisi Türkiye ve Rusya’dır. Türkiye 1915’teki Çanakkale savunması ile Çarlık Rusya’sının sona ermesinin şartlarını yaratırken, yeni kurulan Bolşevik Rusya da Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’e verdiği destekle yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının şartlarını oluşturmuştur. Karşı kıyıdaki yeni Rusya’nın ideolojik, siyasi ve ekonomik olarak emperyalizmin karşısında olması, Türk Kurtuluş Savaşı’na verilen desteğin ana nedenlerinden biridir. Çünkü bu destekle, Kemalist Türkiye üzerinden Rusya daha güvenli sınırlara kavuşmuş olacaktı. Nitekim Atatürk döneminin sonuna kadar Türkiye-Rusya ilişkileri karşılıklı güven ve saygı içinde devam etti. Rusya’nın Kurtuluş Savaşı’na olan en büyük desteği Karadeniz üzerinden gerçekleşti. 1853 Kırım Savaşı’ndan sonra emperyalistlerin cirit attığı Karadeniz, Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye-Rusya arasında stratejik dayanışma ve desteğin denizi oldu. Bu destek sadece silah, cephane, teçhizatla sınırlı kalmadı. Rusya elde kalan son derece az sayıdaki Türk gemilerine limanlarını açtı. Türk kıyıları ve limanları Yunan donanmasının sürekli baskısı ve kontrolü altındaydı ve son derece emniyetsizdi. Bu bağlamda Karadeniz, Rusya ve Türkiye arasındaki köprü rolü ile Türk Kurtuluş savaşının kaderini belirledi

Suriye Üzerinden Yaratılmak İstenen Türkiye-Rusya Krizi

Sovyetler döneminde kurulan Suriye Rusya ilişkileri hiç bozulmadan bugüne kadar geldi. Rusya’nın Suriye’ye fiili askeri desteğinin nedenlerine geçmeden, bu ülkede iç savaş koşullarının nasıl yaratıldığını bir kere daha hatırlamakta fayda var. Bölgemizde hala devam eden iç ve dış çatışmalar, küresel güçlerin ve bunları yöneten Finans Kapital Sistemin tasarımladığı şekilde devam etmektedir. Gelişen durum aynı zamanda ABD-ÇİN-RUSYA arasındaki bir güç mücadelesidir. 2011 Temmuzunda yani yaklaşık dört yıl önce İran gaz ve petrolünün Suriye’den Akdeniz’e akıtılması için Çin, İran, Irak ve Suriye arasında bir anlaşma imzalanmıştı. Aynı tarihlerde Suriye, kendi karasuları ve Münhasır Ekonomik Bölgesindeki petrol ve doğal gaz araştırma, çıkartma yetkisini Rusya’ya vermişti. Bu anlaşma sonrası Suriye’deki ayaklanmanın başlaması tesadüf olabilir mi? Diğer taraftan, hâlihazırda Ortadoğu’da Küresel Ekonomik Sisteme dâhil edilemeyen, yani anti-Amerikancı ve anti- Siyonist iki ülke kalmıştır. Bunlar İran ve Suriye’dir. İran’a askeri güç tatbiki için Suriye coğrafyasının ele geçirilmesi veya buna izin verecek ve işbirliği yapacak bir yönetimin iş başına getirilmesi gerekmektedir. Basitçe Suriye gerçeği budur.

Rus Askeri Desteğinin Stratejik Gerekçeleri

Rusya’nın Suriye’ye fiili askeri desteğinin zamanlama ve beklenen sonuçlar yönüyle son derece isabetli bir girişim olduğu söylenebilir. Rusya, Ukrayna Krizi sonrası ABD’nin son bir yıldan bu yana Baltık ülkeleri, Polonya, Almanya, Romanya ve Bulgaristan’da yürüttüğü kademeli askeri güç birikimini, Suriye üzerinden Ortadoğu ve Akdeniz’e girerek dengelemiş gözükmektedir. Rusya’nın Suriye topraklarındaki hava üssü kurması ve Tartus Limanında 1970’lerden beri var olan Sovyet deniz üssünün geliştirilmesi, Doğu Akdeniz’de kalıcı bir politika izleyeceğini göstermektedir. Bu kalıcı varlığın ve hâlihazırdaki fiili askeri desteğin gerekçe ve gerçekleri şunlardır.

Rusya bir dünya gücü olarak, Ortadoğu’daki güç boşluğunun, ABD’nin hatalı politikaları ile yarattığı IŞİD gibi radikal bir dinci terör örgütünce doldurulmasına izin veremezdi. IŞİD’in güçlenmesi halinde Kafkasya’da filiz vereceği değerlendirmesi de yapıldı. ABD’nin IŞİD’le mücadelenin yıllar alabileceği öngörüsü de ABD gibi hegemonyan bir gücün değil, Batılı silah şirketlerinin Ortadoğu pazarını birkaç yıl daha kullanma kararına daha uygun düşmektedir.

Rusya, 2009’da Doğu Akdeniz’de keşfedilen yüksek miktardaki petrol ve doğal gaz kaynaklarının çıkarılması, işletilmesi ve dağıtımında söz sahibi olmayı hayati bir hedef olarak görmektedir. Böylece, Ukrayna üzerinden Avrupa’ya ulaşan Rus enerji hattının baypas edilmesini önleyebilecektir. Çünkü Avrupa’nın Rus enerjisine ihtiyacının kalmaması halinde Rusya’nın Avrupa üzerindeki siyasi ve ekonomik etki alanı zayıflayacaktır.

Libya ve Cezayir’deki liman kolaylıklarını kaybeden Rusya, Akdeniz’de kalıcı bir deniz ve hava üssüne sahip olarak bölge ve küresel güç dengeleri üzerinde söz sahibi olmak istemektedir. Böylece Rusya, Akdeniz’deki daimi deniz gücü vasıtasıyla Karadeniz üzerinden anavatanına yönelik olası tehditleri derinlikte ve uzak mesafelerden karşılama ve önleme kabiliyetine kavuşacaktır. Çin deniz gücü unsurlarının Akdeniz’e girerek Rusya’yı desteklemesi halinde bölgedeki ortak caydırıcı etki katlanarak aratacaktır. 

Rusya’nın Akdeniz’de ve Suriye’de daimi bir askeri güce sahip olması halinde Ortadoğu’da 2003’den bu yana kan, acı ve gözyaşına neden olan ABD politikalarına alternatif bir güç merkezi yaratılmış olacaktır. Bu güç merkezinin etkisi ile Ortadoğu yeni ve daha bağımsız bir siyasi yapılanmaya gidebilir.

Rusya’nın bölgedeki ciddi askeri varlığı, ABD’nin desteği ile Yemen’e müdahale eden Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap gücünün caydırılmasına da neden olabilir.

Rus hava gücünün Suriye’de harekâta başlaması, krizin başlangıcından bu yana Suriye hava kuvvetlerine karşı düşünülen uçuşa yasak bölge uygulamasını ortadan kaldırmıştır.

Emperyalist bir güç olma takıntısı olmadığını savunan Rusya, İran’la birlikte kadim müttefiki Suriye’yi yalnız bırakmamıştır. Suriye’nin kaybedilmesi halinde Rusya’nın Akdeniz’le fiili ilişkisi son derece zayıflayacak Güney Kıbrıs’ın Larnaka limanı dışında konaklayacak bir imkânı kalmayacaktır.

Hazar Deniz’inden balistik füzelerle Suriye’deki hedeflere yapılan taarruz, hem Kafkasya’da Batı ile bütünleşmeyi düşünen ülkelere, hem de Rusya’yı kendi anavatanında çevrelemeyi ve izole etmeyi hedefleyen NATO’ya ciddi bir uyarı olarak değerlendirilmelidir.

Rusya’nın öngörülemeyen bu girişiminin, arka planında Ukrayna krizi sonrası uygulanan ambargo ve petrol fiyatlarının manipüle edilerek düşürülmesinin önemli rolü olduğu söylenebilir. Ekonomik olarak sıkışan Rusya’nın aynı zamanda pasif bir durumda kalarak kamuoyunu uzun süre tatmin edemeyeceği bir gerçektir. Bu durum, ham madde ve petrol yokluğu nedeniyle köşeye sıkıştırılan Japonya’nın Pearl Harbor’daki ABD donanmasına saldırmasındaki nedenlere benzetilebilir.

Türkiye – Rusya İlişkilerinin Geleceği

Kırım Savaşı’nı  (1853) saymazsak, Karadeniz bölgesi 650 yıldan bu yana barış ve istikrar içindedir. Bunun bozulmasına meydan verilmemesi gerekir. Bu denizin kıyısında yaşayan halklar işbirliği içinde, kendi kendilerine yeterli olarak uzun yıllar yaşayabilirler. Bu bölgede gıda, enerji ve su sıkıntısı yoktur. Deniz ve akarsuları bereketlidir. Doğası eşsizdir. Rusya ve Türkiye potansiyel olarak kendi kendilerine yeterli nadir ülkelerdendir. Küresel çıkar uğruna, Rusya’yı hedefe alan ülkeler, bu bölgede yaşayan tüm ülkelere zarar vermektedirler. Türkiye tüm Karadeniz ve Hazar bölgesi ülkelerinin dünyaya açılım kapısıdır. Güven içinde istikrar şarttır. SSCB ve Rusya hiç bir zaman emperyalist karakterli bir devlet olmadı. Sadece dünya güç dengelerini sağlamaya yönelik adımlar attı. Rusya ve Türkiye bölge güvenliğinin anahtar ülkeleridir.  İki ülke arasındaki ilişkileri etkileyen en önemli faktör Güven Sorunudur.  Tarih boyunca, Ruslar ve Türkler arasındaki çatışmalardan Batılılar kazanç sağlamıştır. Her iki ülke bu coğrafya değişmediği sürece güvenlik yönüyle ortak hareket etmek durumundadırlar. Coğrafya, doğal kaynaklar, ekonomik ilişkiler Türkiye ve Rusya’ya simbiyotik bir ilişkiyi dikte ediyor. ABD’nin 2003’te Ortadoğu coğrafyasına ve halklarına verdiği hasar ve toplumsal acılar 12 seneden bu yana bir türlü onarılamadı. Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ile sağlanacak denge daha insancıl, barışçıl, bir sürecin başlangıcı olabilir. Bölgedeki küresel petrol şirketlerinin sömürü düzeni sona erdirilebilir. Ve kazançlar bölge insanına harcanabilir.

Rusya ve Türkiye tüm sorunlarını bire bir kendileri konuşmalı ve ortak bir çözüm bulmalıdır. Özellikle yeni Suriye’nin şekillenmesinde Rusya ile işbirliği yapılabilir. Çünkü Rusya Suriye’de daimi bir askeri güç bulunduracaksa, yine Türkiye ile sınırdaş olacak demektir. Hiçbir dış aktör ve ülkenin araya girmesine izin verilmemelidir. Rusya, Türkiye ile olan ilişkilerinin ciddi bir şekilde krize dönüşmesi halinde bunun neye mal olacağını en iyi bilen ülkedir. Çünkü bunun acısını her iki dünya savaşında ve 60 yıllık Soğuk Savaş döneminde yaşamıştır. Rusya ile ilişkiler bozulursa Türkiye’nin Yunanistan, Kıbrıs, Ermenistan, İran ve hatta Gürcistan ile olan ilişkileri de bozulur. Bu ülkelerdeki tarihsel ve güncel Rus etkisi stratejik yönlendirmelere son derece açıktır. Batı etkisi ile Türkiye’nin krizi tırmandırması ve Montrö kozunu kullanması veya ima edilmesi bile Türkiye Rusya ilişkilerini geri dönülmez bir noktaya getirebilir. Rusya PKK’ya destek verebilir. Iğdır’daki son olaylarda PKK’ların Ermenistan’a kaçması, bir ikaz olarak alınmalıdır. Çünkü Ermenistan sınırlarını Rus askerler kontrol ediyor. Velhasıl kelam, Türkiye, Avrupa ve ABD’nin cesaretlendirme ve olası yapay şartlandırmalarına aldırış etmeksizin bölgede Rusya ile de işbirliği yollarını aramalı veya en azından mevcut durumu tırmandırıcı söylem ve girişimlerden kaçınmalıdır. Günlerdir medyanın ana konusu haline gelen hava sahası ihlaline gelince, bu husus tamamen teknik bir konudur. Siyasi söylemler veya fiili çatışma ile desteklenmedikçe ihlallerin düşmanca bir hareket olarak kabul edilmemesi gerekir. Saniyede 5 kilometre sürat yapan bir savaş uçağının Türkiye sınırına 50 kilometre mesafedeki hava alanından kalkışından 10 saniye sonra sınırı geçebileceği ve istenmeden hava sahası ihlali yapabileceği unutulmamalıdır. Bir taciz olarak nitelenen, radar kitlenmesine gelince bu durumun pilota verilen emir ve kendini koruma kıstasları içinde olabileceği düşünülmelidir. Yunanistan ile Türkiye arasında NATO üyesi olmasına rağmen her yıl yüzlerce hava sahası ve karasuyu ihlali olduğu ve bunun stratejik ilişkileri etkilemediğini de not edelim. 

DR. NEJAT TARAKÇI