Palamarları Çözdük, Vira Bismillah?

HAKKI ŞEN

3. Uluslararası Deniz kültürü Festivali’ni hayata geçirmek için palamarları çözdük, Vira bismillah deyip demir aldık. 15-16 Eylül İzmir, 17-18-19 Eylül İstanbul olmak üzere, uçsuz bucaksız maviliklere yelken açtık. Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım, Denizcilik Müsteşarlığımız, Deniz Kültürü Derneği ve Ekonomi Gazetecileri Derneği başta olmak üzere hummalı bir çalışma başladı bile. İstanbul 2010 AKB Ajansı’nın ısrarla görmek istemediği denizlere, denizciler sahip çıkıyor. İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olarak kabul edildiği 2010 yılı başladı, şimdilerde sessiz sedasız bir süreç yaşanıyor. Biz kendi adımıza bu sessizliği Eylül ayında bozmaya hazırlanıyoruz. Yani denizciler, deniz kenti İstanbul’dan ses verecekler. Değerli okurlarımız Eylül ayında İstanbul’dan dünya denizcileri geçecek.

 

Festivalimizin özgünlüğü şu: Bilindiği gibi Türkiye’de festivaller genellikle ya ticari kaygıları ya da yöresel turizmi öne çıkartan faaliyetlerdir. O nedenle de bu festivaller çoğunlukla kültürel derinlikten yoksundur. Şu anda Türkiye denizciliği yeni bir aşamada, ekonomik gelişmeler ise çok hızlı. Geçen süreç herkese denizcilik sektörümüzün yalnız maddi araçlarla gelişmesinin mümkün olmadığını gösterdi. Bu gelişime bir de insani boyut eklenmeli idi. İşte festivalimizin bu yılki özgünlüğü bu; denizcilik dünyamızın ekonomik, teknolojik boyutlarının yanı sıra bir de insani-kültürel boyutu olduğunu hatırlatmayı amaçlıyoruz.

 

Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili ve bizim toplumumuz hala bir “kara toplumu”. Sırtını denize dönmüş, karşıdaki dağları seyrediyor insanlarımız... Festivalin amacı, Türkiye’nin yüzünü denizlere döndürmeye katkıda bulunmak. Örneğin biz eğer “Denizcilik ve yatçılık festivali” düzenleseydik, sırtını denize dönen toplumumuz, yine denize bakmayacak, dikkatini denizin üstünde yüzen yatlara çevirecekti. Biz “Eğer deniz yoksa, yat da yok,” demek için bu festivali düzenliyoruz. O nedenle de festivalimizin konusu denizde yüzen ve yüzdürene para kazandıran nesnelerle ilgili değil. Doğrudan doğruya “deniz kültürü” ile ilgili.

 

Deniz kültürü nedir?  Deniz kültürü, örneğin “yemek kültürü” gibi dar anlamda kültürle ilgili bir terim değildir. Çoğu zaman biz kültür kavramını, ya sanat edebiyatla ilgili bir kavram olarak kullanıyoruz, ya da adabı muaşeret kurallarına benzer bir şey sanıyoruz. Kültür kavramı böyle dar bir anlama sahip değil. Deniz kültürünü en anlaşılır biçimde tanımlamak gerekirse, verilecek yanıt şöyledir: Deniz kültürü, denizi, denizciliği, denizcileri merak etmek ve sevmektir. Merak etmek; deniz, denizcilik ve denizciler hakkında bilgilenmeyi doğurur. Sevmek ise, o bilgileri benimsemek demektir. Türkiye’de denizle ilgili meraktan söz etmek çok zordur. Merak olmadan da öğrenmek ve öğrendikçe de öğrendiğini sevmek mümkün olmaz. Deniz kültür festivali, denize, denizciliğe ve denizcilere halkın merakını çekmek, onu bilgilenmeye teşvik etmek ve ona denizi, denizciliği ve denizcileri sevdirmek gibi aktüel bir amaç taşımaktadır.

 

Festivaller, bu türden sorunların yanı sıra, daha mikro plandaki sorunları da gündeme taşımaya yarayabilir. Örneğin, Pekin olimpiyatlarına sporcularımızı gönderdik. Yüzme ve öteki su sporlarındaki durumumuz ortada. Üç tarafı denizlerle çevrili bu coğrafyadan, dünya çapında sporcuların çıkmaması normal mi sizce? Değil tabii ki. Dünyanın gelişkin ülkelerinde ilkokul çağındaki çocuklar okuma yazma öğrenirken, yüzmeyi de öğreniyorlar. Bunu sağlamak için yüzme havuzlarının yaygınlaşması şart. Bizde ise yüzme havuzu dünyanın en lüks işi. Festivalimiz, örneğin “her semte bir yüzme havuzu” gibi, uzun erimli bir kampanyaya vesile olursa, bu Türkiye’nin sağlıklı kuşaklar yetiştirmesine ve spor dünyasında sesini duyurmasına büyük bir katkı sağlar.

 

Denize dikkat çekmek... Bu amaç, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke için mizahi bir anlam taşıyor. Ama Aziz Nesinlik bir tarafı var bu mizahın. Çünkü abartma değil, tam gerçeği yansıtıyor. Deniz kıyısındaki insanın dikkatini denizlere çekmek zorundayız. Gerçek böyle. Şu anda denizcilik sektöründeki hızlı gelişmeyle toplumun, denizle ve deniz kültürüyle ilişkisi arasında derin bir uçurum var. Örneğin tersanelerde can kaybı yaşanınca akla ilk gelen önlem “tersaneleri kapatmak”. Ölümleri asgariye indirmek üzerine kafa yormak yerine, akla kapatmanın gelmesi, tersaneler ve onların getirdiği katma değer hakkında, hatta gemi inşa sektöründe dünyanın beşinci ülkesi olduğumuz konusundaki bilgisizliği gösteriyor. Bu kafa, neredeyse bir katliama tanıklık eden otoyolları kapatmayı düşünmüyor. Çünkü o denizden habersiz bir kara insanı olarak yaşıyor. Otoyolu seviyor, “kaymak gibi mübarek” diyor, lakin deniz yolunu sevmiyor. Çünkü denizi sevmiyor. Tanımadığı için, bilmediği için sevmiyor. O nedenle de denizlerimizin imkanlarına ve karşı karşıya olduğu büyük kirlenme sorunlarına ilgi göstermiyor. Halkın ilgilenmediği sorunlarla, devletler de ilgilenmez. Bu kuraldır. Deniz Kültürü Festivalimiz, işte bu ilgisizliği dağıtma amaçlıdır. Bütün denizcilerimizi ve deniz dostlarını festivalimize bekliyoruz…

 

Vira Dergisi