Siyasi partilere çağrı

HAKKI ŞEN

2000 yıllından beri Türkiye’de Deniz Kültürü’nü geliştirmek için çaba harcamaktayız. Buna ilişkin üç tane de festival yaptık. Bu çabamızı destekleyen, bize omuz veren Ulaştırma Bakanımız Sayın Binali Yıldırım’a sonsuz teşekkür ederiz. Bu süreçte amacımız farkındalık yaratmak, gençlerimiz ve çocuklarımıza denizi sevdirmek, çevre bilincini aşılamak ve AB kapısındaki Türkiye’nin deniz kültürünü evrensel deniz kültürüyle birleştirmekti. Türkiye; üç tarafı dört denizle çevrili, 8484 km sahil şeridi olan, Marmara gibi bir iç denize sahip bir ülke olması nedeniyle denizci millet, denizci ülke olmak için her türlü koşulu içinde barındırıyor. Denizciliğin bir devlet politikası olabilmesi için, siyasi partilerimizin de bu konuya gereken duyarlılığı göstermeleri gerekiyor.

Neden mi?

1. Altı yüz senelik Osmanlı Devleti ve 88 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti, neden denizci bir devlet olamamıştır? Dünyanın en güzel coğrafi deniz konumuna sahip bir ülkenin denizci bir devlet olamamasının, aslında yıllardır dillere pelesenk edilen bir tek cevabı vardır: Türk milletinin denizcilik geleneği ve kültüründen yoksun olmasıdır.

2. Denizcilik bilinci nasıl sağlanacaktır? Yine tek bir cevap var. Eğitim. Millet, denizcilik bilincine ancak eğitimle kavuşturulabilir.

3. Bu sonuca ne kadar zamanda ulaşılabilir? Kararlı ve sürekli bir stratejik planlamayla en az bir buçuk nesil sonra, yani 25-30 yıl sonra.

4. Peki bu uğraşa değer mi? Sorusu bile yanlış. Çünkü sadece ülkemizin geleceği değil, dünyamızın da geleceği, denizleri nasıl kullanacağımıza bağlıdır. Dünya var oldukça dünya ulaşımındaki deniz yolunun vazgeçilmezliği ve hayatiyeti de devam edecektir. Çünkü başka hiç bir alternatif taşıma vasıtası deniz yolu ile rekabet edecek durumda olamayacaktır. Deniz taşımacılığı ile 1 liraya taşınan bir mal, demiryoluyla 3.5 liraya, karayoluyla 7 liraya ve nihayet havayoluyla ancak 22 liraya taşınmaktadır. Dünya ticaretinin % 98’ i deniz yolu ile yapılmaktadır ve dünya deniz ticaret yollarının güvenliği 500 yıl öncesine göre çok daha önemli hale gelmiştir. Çünkü 250 yıl önce, ülkeler belirli bölgelerde birbirlerine muhtaç olmadan gruplar halinde yaşayabiliyorlardı. Bu gün böyle bir durum söz konusu değildir. Bu nedenle dünyanın kritik su geçitleri bugün daha önemli hale gelmiştir. Bu nedenle, Türk Boğazları, Hürmüz Boğazı, Süveyş, Cebelitarık, Panama Kanalları kapandığında, dünyamız kaosa sürüklenecektir. Bundan daha da önemlisi insanlar gıda, su ve enerji olarak denizlere bağımlı olacaklardır. Çünkü küresel ekonomik sistemin iç içe geçmiş mekanizmaları, bütün ülkeleri ekonomik bir prangayla birbirine kilitlemiştir.

Sonuç olarak başta su olmak üzere, karalardaki kaynakların giderek tükenmesi ve kirlenerek kullanılmaz hale gelmesi insanoğlunun denizlere yönelmesini zorunlu kılmıştır. Bu yarışta deniz araştırmalarına önem veren ülkeler, yani denizci devletler denizlerdeki kaynaklara daha çabuk ulaşacaklardır. Bu bağlamda henüz yeterince bilinmeyen, ancak potansiyel olarak ümit vadeden Karadeniz ve kutup bölgeleri gibi deniz alanları üzerindeki paylaşım mücadelesi de öne çıkacaktır. Bu alanların sahipleri ile yüksek teknolojiye sahip ülkeler ya zorunlu olarak anlaşacaklar veya çatışacaklardır. Böylece 500 yıl sonra, karasal sömürgecilikten, denizsel sömürgecilik çağına geçilmiş olacaktır. Bu çağın galibi ve sömürenleri askeri bakımdan güçlü olanlar değil, bilim ve teknolojik açıdan güçlü olanlar olacaktır. Çünkü kaynaklar derindedir ve deniz ortamı bilim ve teknolojiye kayıtsız kalanlara hiç bir şey vermez. Yeni bin yılda ülkeler artık kara sınırlarına göre değil, kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (EEZ) sınırlarına göre komşu olacak, buna göre, birlik veya ittifak oluşturacaklardır. Türkiye açısından gelecekteki en temel deniz araştırmaları sorununun Kıbrıs ve civarındaki bölgelerde yaşanacağı beklenmelidir. Gelecek bin yılın yaşam alanı olacak denizlerin, başta gıda ve enerji olmak üzere her alanda uzun erimli ve yüksek seviyeli bir rekabet ve mücadeleye sahne olması kaçınılmazdır.

5. Denizci devlet olursak ne kazanacağız? Ekonomik açıdan sadece Yunanistan’a bakmak yeter. 300 milyar dolarlık dünya deniz taşımacılığı pastasının, 60 milyarı (% 20) onun. Ulaştırmanın dışında yukarıda da bahsedildiği gibi, güvenlik, deniz dibi ve deniz içi kaynaklardan da istifade edebilmek, gelecekte bir yaşam sorunu olacaktır ve tamamen “Denizci Devlet” olmaya bağlıdır.

6. Bunu kim yapacak? Devletin öncülüğünde konuyla ilgili herkes elini taşın altına sokacaktır.

7. Peki Cumhuriyet döneminde bu konu hiç ele alınmadı mı? Alındı. Atatürk 1937 yılında hükümet programını açıklarken, denizciliğe verdiği önemi çok net bir biçimde şu sözlerle belirtmiştir: “Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Toprakların ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız..."

Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi, ekonomik, askeri (jeostratejik), coğrafi ve demografik koşullar, onun denizci bir devlet olmasını gerektirmektedir. Bu durumda, devletten tabana bir akış izlenecektir. Devlet, demografik gücü denizciliğe yöneltmek için (eğitim gibi) gereken yasal ve idari düzenlemeler ile milli güç unsurlarını, denizcilik gücünün geliştirilmesi için yönlendirecektir.