Süleyman Demirel Türk Denizciliğini, AB'yi ve Kıbrıs Meselesini Vira'ya Anlatmıştı

Mazisi deniz kadar zengin olan Vira Dergisi'nin arşivini açıyoruz. İlk bölüm; Süleyman Demirel röportajı... Süleyman Demirel Vira'da; başta denizcilik sektörü olmak üzere, Kıbrıs, AB üyelik süreci gibi, bugüne ışık tutacak birçok önemli konuya değinmişti.

Türkiye’nin siyasi hayatında yaşanan önemli gelişmeleri bir bir sıraladığınızda her birinin içinde icrada, gerekse yasamada Süleyman Demirel’i bulacaksınız. Türk siyasi hayatına damgasını vurmuş, diplomasinin inceliklerini iyi bilen, birçok söylemi halka mal olmuş renkli bir politikacı olan Süleyman Demirel, bütün bu özellikleri dolayısıyla denizcilik sektörünü en iyi bilen kişilerden biri. Bugün geldiğimiz nokta ile ilk günleri karşılaştırabilecek birkaç siyasetçiden biri olan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile hem sektörü, hem limanları, hem de AB konusunda yaşanan gelişmeleri Vira Dergisi'nin 7. Sayısında konuşmuştuk. Usta Gazeteci Hakkı Şen'e konuşan Demirel, özellikle limanlar konusunda önemli mesajlar vermişti.

GÖNLÜMDEN GEÇEN YÜKÜ TÜRK BAYRAKLI GEMİLERİN TAŞIMASI

Geçmişten bugüne denizcilik sektöründe yaşanan gelişmeleri en iyi bilen kişilerden biri de sizsiniz. Türk denizcilik sektörü hak ettiği yerde mi?

1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin bütün sorunlarını takip ettiğim ve cevap aradığım gibi, bunlar içerisinde çok önemsediğim denizcilik sektörünü de yakından izledim. İcrada ve yasamada bulunduğumuz süre içerisinde o günkü şartlarda yapılabilecek şeyleri yapmaya çalıştık. Bugün denizcilik sektörümüzün geldiği nokta ümit vericidir. 7.7 milyon DWT’luk bir filo, 3.5 milyon ton yabancı bayraklı ama Türk armatörlerin sahipliğinde, üç milyon ton yerli ve yabancı tezgahlarda inşa halinde bulunan gemiler ile 15 milyon DWT’luk bir filoya sahibiz. Bu çok güzel bir durum… Tabii ki, bu filo Türkiye’nin bütün ihtiyacını karşılamıyor. Türkiye’nin denizyoluyla taşınan 151 milyon DWT yükü var. Bu yükün takriben yüzde 23’ünü kendi filomuzla , yüzde 77’sini yabancı bayraklı gemilerle taşıyoruz. Türk bayraklı gemiler başka ülkelerin yüklerini de taşıyor. Benim gönlümün istediği , gelecekte bu yükün yarısının Türk bayraklı gemiler tarafından taşınması.

TÜRKİYE ARTIK GEMİ YAPAN VE SATAN BİR ÜLKE HALİNE GELMİŞTİR

Filodaki gemilerimizin yaşları dünya ortalamasının üstünde. Filomuzun yenilenmesi lazım. Gemi inşa sanayi ise Türkiye’de gurur verici bir seviyede. Şu anda Türkiye tersanelerinde 126 gemi inşa ediliyor. Üstelik bu gemilerin yarıdan fazlası yabancı ülkeler için imal ediliyor. Yani Türkiye artık gemi yapan ve satan bir ülke haline gelmiştir ve 20 bin kişinin üstünde bir işçi nüfusu bu sektörde çalışmaktadır. Aslında her aileyi beş kişi olarak düşünürseniz, bu 100 bin kişi demektir. Bir de fevkalade önemli olan bir yan sanayimiz var. Artık Türkiye bu gemilerin birçok parçasını  kendisi üretebiliyor. Bu çok önemli bir gelişme.

Gemi inşa, işçi yoğun bir sanayi dalıdır. Denizcilik sektöründe 2005 yılında Türkiye takriben 13 milyor dolar civarında bir iş hacmi sağlayabilmiş durumda. Bunun dört milyar doları taşımacılıktan, 1,5 milyar doları tersanelerden ve önemli bir kısmı da limancılıktan geliyor. Üstelik tersaneler iki seneliğine dolu. Tabii marinalar ve turizm işletmeciliğini de unutmamak lazım. Yani Türkiye için çok önemli olan döviz kazanma meselesinde, Türk denizciliği önemli bir hizmet yapıyor.

Bugün bulunduğumuz noktadan daha ileriye gitmek için neler yapmak gerekiyor?

Bugün birçok sektörümüzün olduğu gibi denizcilik sektörümüzün de sorunları var. Gemi inşa, aslında sanayileşmede önemli bir merhaledir. Gemicilik ise yapacak başka işi olmayan bazı ülkelerde önemli mesafeler almıştır. Onlarla yarışmak, mesela Yunanistan’la yarışmak  mümkün değildir. Yunanistan aşağı yukarı dünyadaki en büyük filolardan birine sahip ve neredeyse Yunanistan halkının yarısı ülkelerinin dışında. Biz kendimiz neyi yapabiliriz, ona bakmak lazım. Şu anda aşağı yukarı 15 milyon DWT’a çıkmışız, demek ki bunu 20’ye 25’e çıkarmalıyız. Gemi yapımına hızla devam etmeliyiz. Yaptığımız gemilerin daha büyük bir kısmını kendi ülkemizde yapmalıyız.

Denizcilik sektörü yalnız taşımacılıktan ibaret değil. Liman hizmetleri de fevkalade önemli. Limanlarımızı düzeltmeliyiz, çünkü limanlarımızın kapasitesi kafi değil. İzmir gibi bir yerde Alsancak’a gemi yanaşamıyor. Urla’da yük boşaltıyor. 12 metre su kesimi ancak var, 14 metreden aşağısına yaklaşamıyorsunuz. İstanbul Limanı’nın hali orta yerdedir. Yeni yaptığımız, Trabzon, Samsun, Zonguldak, Antalya limanlarının hepsinin kapasitesi dardır. Türkiye kalkınma hizmetlerini bir alanda yapmıyor.

Birçok alanda birden yapıyor. Biz iki milyon ton gibi bir gemi inşa edebiliyorsak, Kore’nin ve Japonya’nın 80 milyon ton gibi üzerindeki inşa kapasiteleriyle yarışmamız daha epey zaman alacaktır. Biz, kendimizin yapabileceğinin azamisini yapmalıyız. Bu azamisini yapma istikametinde de fevkalade güzel gelişmeler var.

EĞİTİM BİR DAR BOĞAZ

Eğitim bir dar boğaz. Hem gemi personeli yetiştirmek, hem de tersanecilik bakımından eğitim bir dar boğaz. Sonra pek çok formalite var. Bu formaliteleri Türkiye aşabilmeli. Neredeyse kendi elimizi kendimiz bağlıyoruz. Bütün bunlara rağmen bu süreç içinde başladığımız noktaya göre, bilhassa armatörlerimizin fevkalade müteşebbis olması ve gemi inşacılarımızın cesaretle hareket etmesi sayesinde, Türkiye’de denizcilik sektörü diye bir sektörün yaratılması sağlanmıştır. Bu sektör parlaktır ve geleceği vardır.

KIBRIS ÇÖZÜLMESİ GEREKEN BİR SORUNDUR

Limanlar Türkiye için Önemli. AB sürecinde Kıbrıs ve limanlarla ilgili birtakım dayatmalar önümüze gelmeye başladı. Bu süreçte nasıl gelişmeler yaşayacağız?

Bence, AB ile Kıbrıs sorunu dolayısıyla yaşanan liman meselesini ayırmak lazım. Çünkü Kıbrıs bir sorundur ve uluslararası arenadadır. Kıbrıs meselesi çözülmeden Güney Kıbrıs sanki bütün adanın devletiymiş gibi AB’ye dahil edilmiştir. Türkiye 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlayabilmek için biraz hızlı hareket etmiş ve protokolü imzalamak durumunda kalmıştır. Protokolü imzaladığımız yerde, “Güney Kıbrıs devletini ben tanımıyorum” demeniz çok şey ifade etmez. Tanımak ve tanımamak zaten hukuki bir olaydır. Ama 25 tane devletle Gümrük Birliği işlerinizi yürüteceğinizi kabul ettikten sonra ve 25. Devlette Kıbrıs devleti olduktan sonra onun altına imza koyduğunuz takdirde, onun yüklediği mükellefiyetleri taşıyacaksınız.

Bu limanları açacağız anlamına mı geliyor?

Hayır. Yani görünüşte. “Ama onlar dediklerini tutmadılar. O yüzden biz de limanlarımızı açmıyoruz” derseniz, bu ayrı bir şey. Fakat eğer limanlarınızı açmayacaksanız, o protokolü imzalamamanız lazımdı. O protokolü imzaladığınıza göre…  

Bakın devletler arasında ahde vefadır söz konusu olan. Onun altına imza koyduysanız meclisten geçireceksiniz, limanlarınızı açacaksınız. Meclisten geçirmiyorum, limanlarımı açmıyorum dediğiniz yerde AB ile aranızda bir ihtilaf doğar. O zaman size bunu niye imzalamadınız diyecekler. Uluslararası oyun, uluslararası muamele iki taraflı hareketi kaldırmaz. İmzayı koyduğun zaman, üstünde ne yazıyorsa ona uyacaksın.

“Efendim, biz bunu bir deklarasyon çıkararak imzaladık” deniyor. Karşı taraf da bir deklarasyon çıkardı ve sizin deklarasyonunuzu tanımadığını söyledi. Keşke, henüz AB müzakerelerinin başında Türkiye böyle bir durumla karşı karşıya kalmasaydı. Ama netice itibarıyla, o imza orada dururken bu limanları açmayı 24 ülkeye taahhüt ettiyseniz, 25.ye etmiyorum diyemezsiniz.

Diplomasi ince bir sanat… AB sürecinde bazı diplomatik zaaflarımız olduğu söyleniyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

Olabilir. Çetin ve çetrefil bir meseledir bu ve diplomaside son yoktur. Siyaset bitti diyebiliriz ama diplomasi bitti diyemeyiz. Diplomasi bir yerde bırakılırsa, ertesi gün oradan yeniden başlar. Diplomasinin gücü, kudreti buradadır.  Sonra kaldı ki AB’ye üye olmak için yapılacak müzakereler kendine özgü müzakerelerdir. Bu zamana kadar Türkiye’nin böyle çetin bir müzakereye girmişliği yoktur. Başka ülkeler bu müzakereleri yapıp, başarıya ulaştırmışlardır. Diğer ülkeler bu müzakereleri yaparken kırılmalar olmuştur ama yeni baştan başlamışlardır. Yani bu müzakerelerin alt ve üst noktaları vardır. Bunların hepsini tümünün içinde mütalaa etmek gerekir.Varılacak yer bu müzakerelerin başarıyla sonuçlanmasıdır.

Türk diplomasisinin başarısı o zaman ortaya çıkacaktır. Arada birtakım ileri geri meseleler olabilir. Bence bunları Türk diplomasisinin zaafı veya gücü olarak mütalaa etmek erkendir. Neticeye vardığı zaman tümüne birden bakmak lazım. Daha çok başlangıçtayız. 10 sene sürecek bir müzakere safhasının daha birinci yılında bile değiliz.

AB ÖNCE SİYASİ BİR PROJE SONRA BİR PAZAR PROJESİDİR

AB ile ilgili sizin düşüncelerinizi öğrenmek isteriz, Türkiye’nin AB konusunda neler yapması gerekir?

AB projesi barış ve uygarlık projesidir. Önce siyasi bir proje, sonra bir Pazar projesidir. Yani Pazar projesi olması, siyasi projeden sonradır ve bu emsali olmayan bir projedir. Avrupa’da 30 devleti, 30 devletin halkını bir araya getireceksiniz ve kendi rızalarına dayanan bir yönetim kuracaksınız. Daha önce Roma bunu denemiştir, hatta Napolyon denemiştir. Ama hepsi yumrukla, zorla bu birliği meydana getirmeye kalkmıştır.

Öncelikle halkların ve devletlerin rızasına dayanacak bir yönetim şekli olması önemlidir. Çünkü onlar bu yükü taşıyacaklar. Henüz siyasi birliğe, siyasi birliğin gerektirdiği dış politika birliğine, savunma birliğine giden istikamette adım atılmış değildir. Siyasi birliğin nasıl olacağı da belli değildir. Ama bir şey bellidir. Bugünkü haliyle AB projesi başarılıdır.

Avrupa altın devrini yaşamaktadır. Adam başına 29 bin dolar gelir, Avrupa için çok güzel bir gelirdir. Avrupa’nın 25 ülkesi bugün 45 trilyon dolara varan bir rakamla, dünya GSMH’da yüzde 33’ü meydana getirmektedir. Bu Amerika’dan daha yüksek bir seviyedir. Zengin bir Avrupa meydana gelmiştir. Altı ülkeden 25 ülkeye, hatta Bulgaristan ve Romanya’yı da sayarsak 27 ülkeye çıkmıştır Avrupa Birliği. Demek ki 21 ülke müzakere suretiyle buraya girmiştir. Türkiye müzakere edilen 22. ülkedir.

Türkiye niye bu müzakerelerde başarılı olmasın, bunu anlamak mümkün değil. “Efendim Türkiye’ye itirazlar var” deniyor. Olabilir. Ama Türkiye 43 senedir bunun peşinde. Üstelik 43 senedir Avrupa’nın kapısını çalıp da kapı yüzüne kapatılmış değildir.

Adım adım önce Gümrük Birliği’ne kadar gelinmiş, Gümrük Birliği kabul edilmiş, arkasından aday gösterilmiş, adaylığı kabul edilmiş ve müzakere safhasına tarih verilmiştir. Bu bir taahhüttür. Avrupa hükümetleri, halklarının adına Türkiye’yi Avrupa’nın tam üyesi yapmayı taahhüt etmişlerdir. Türkiye’nin de bir taahhüdü var. Avrupa’nın bu taahhüdünü yerine getirebilmesi Türkiye’nin taahhüdüne bağlıdır. Türkiye bu birliğe girişin şartlarını yerine getirecektir. Yani kalkınmışlık seviyesini istenilen noktaya getirecek ve bilhassa yönetimde, hukukta, insan haklarında, Pazar ekonomisinde o çıtayı tutturacaktır. Türkiye bu taahhütleri yerine getirirse, Avrupa’nın kendi taahhüdünü yerine getirmemesi mümkün değildir.

Bakın İngiltere iki defa veto edilmiş, ama sonunda AB’nin içine dahil olmuştur. Sonra AB içine girip de yoksullaşmış hiçbir memleket yoktur; hepsi zenginleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi bir Avrupa projesidir. Avrupa hukukuna ve Avrupa kanunlarına dayanır ve böylesine bir birliğin dışında Türkiye kalamaz, kalmamalıdır da. Dışında kalması Türkiye’nin prestijini yarıya indirir.

TÜRKİYE AB ÜYESİ OLMAZSA KIYAMET KOPMAZ

Peki,Türkiye AB ile birlikte olmazsa kimlerle beraber olacak? Ticaretin yüzde 70’i Avrupa ülkeleri ile yapılıyor. O istikamette Türkiye çağdaş uygar, laik bir ülkedir. Bunun bana göre opsiyonu yoktur.

Yalnız şunu da söyleyeyim; Türkiye AB’nin kayıtlı üyesi haline gelmezse kıyamet kopmaz, dünyanın sonu değildir. Türkiye, bugün üye olmadığı halde vardır, dün de vardı, yarın da olacaktır.

Fakat Türkiye buranın üyesi haline gelebilmelidir. Türkiye’nin önümüzdeki yıllar zarfında bu seviyeyi yakalaması gerekir. Bana sorarsanız Türkiye AB’nin tam üyesi olmuş, olmamış pek önemli değil. Türkiye Avrupa’nın tam üyesi olmak için o seviyeyi tutturabilmelidir.

Türkiye’nin AB’ye üye olabilmesi Avrupa için değil, benim kendi halkım içindir. Halkımın mutluluğu, refahı, hürriyeti, adaleti ve kalkınmışlığı için lazımdır. Bunu da Avrupalı değil, biz kendimiz yapacağız. Bir hedefe kendinizi zorlamadan varmak pek kolay değildir. Biz çağdaş, demokrat, laik büyük Türkiye’nin, büyük Atatürk tarafından kurulmuş olan çağdaş uygar ve zengin hedefine ulaşmaya çalışıyoruz. Bu bir yoldur.

Denizlerimize dönersek, ülkemizde bir deniz kültüründen bahsetmek mümkün mü?

Ülkemizde bir deniz kültürü vardır. Ama önemli olan bunu geliştirmektir. Çok kapsamlıdır denizcilik kültürü, içinde ticareti vardır, limanları, yolcu taşımacılığı, denizi, tarihi vardır. Bütün bunların kültür kavramıyla geliştirilmesi gerekir. Bu kültürün geliştirilmesi biraz da güç meseledir. Yani şunu demek istiyorum: Türkiye, tarihi zenginlikleri olan bir ülkedir ama bu tarihin restore edilmesi için önemli kaynak gerekir. Bu nedenle bu kaynak, yani güç olmadan bazı şeyleri yapmak kolay değildir.

VİRA'NIN GELECEĞİ PARLAK

Denizcilik sektörüne vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Denizcilik sektörü ümit dolu… Gerek armatörler, gerek taşımacılar, gerek inşacılar, gerekse sektörde çalışan herkes; işçi, kaptan, mühendis, işletmeci herkes , cesaretle işlerini yapmaya devam ediyor. Gelecek parlak. Bu sözlerim Vira Dergisi için de geçerli. Derginiz bana geliyor. Gerçekten kalite itibarıyla da muhteviyatı açısından da çok güzel bir dergi. Hem sektör için, hem derginiz için gelecek parlak.

Vira Haber

RÖPORTAJ Haberleri

ESKO Marine Exposhipping’de Denizcilik Temasıyla Sanatı Buluşturdu