1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Orda bir köy var uzakta… Adı Port Alaçatı
Orda bir köy var uzakta… Adı Port Alaçatı

Orda bir köy var uzakta… Adı Port Alaçatı

Venedik misali kanal etrafında şık villalar, marina ve plaj, sakin bir azmak ve azmakta yem arayan pembe flamingolar var. Köyün hikâyesi ise “Markalı Konutun Başöğretmeni” olarak anılan mimar Aykut Mutlu’da.

A+A-

Elif Mutlu / Vira Deniz Kültürü ve Haber-Yorum Dergisi

Kanalın etrafına yapılmış farklı mimari kimliklere sahip villalarıyla Venedik'i çağrıştıran Port Alaçatı projesini görmeye gittik. Burası 40 yılda tamamlanmış Saint Tropez ve Cannes arasında kurulmuş bir başka kıyı köyünün Türkiye'deki muadili. Ama projenin mimarlarından Sevim Ozan'a göre bittiğinde oradan da güzel olacak.

Fransız bir mimarın projesi olarak başlayan ve yıllardır mimar Aykut Mutlu'nun başkanlığında yürütülen Port Alaçatı projesi, 21. yüzyılın uygar insanının özlemleri ve hassasiyetleri göz önüne alınarak hazırlanmış. Evlerinin önüne teknelerini bağlayan köy sakinleri için golf sahalarından, sanat galerilerine, marinadan, plajlara, butik otelden restoranlara kadar her şey düşünülmüş. Her bina, hatta her binanın her katı, hatta her katın her penceresi tek tek çalışılmış. Üstelik bu köyde yalnızca insanlar konaklamıyor. Projenin içinde yer alan azmak iyileştirilmiş ve her yıl Alaçatı'yı ziyarete gelen flamingolarla pelikanlara güzel ziyafetler çekmeye başlamış...

Ayrıca Aykut Mutlu bu sahil köyüne, azmak kenarını dolaşacak, halka açık "promenade" yürüyüş yolu dışında, yine halka açık Türkiye'nin en güzel yapay plajlarından birini de yapmak üzere. Hem de denizi doldurarak değil, denize yer açarak.

"Markalı Konutun Başöğretmeni" olarak anılan ve inşaat sektörünün köklü firmalarından MESA'nın kurucularından Aykut Mutlu ile yaptığımız, Port Alaçatı projesinden şair Ahmet Kutsi Tecer'e uzanan röportajımıza Büyükada'dan başlıyoruz.

alacati_01.png

Denize tutkunuz Büyükada’da büyümenizden mi kaynaklanıyor?

Çocukluğum Büyükada’da geçti. Elbette adada büyüyünce denize tutku ve saygı duyuyorsunuz. Ada havası sizi öyle yetiştiriyor. Yine de “deniz çocuğu” veya “hakiki bir denizci” olmak başka bir şey. Denizi severim ama hayatta hakiki bir denizci olamadığıma üzülürüm. Vaktim olmadı.

Peki, sizi Alaçatı’ya getiren deniz mi oldu?

Tesadüfen geldim. Benim gelmek istediğim yer Alaçatı değildi. Profesyonel hayatımın belirli dönemlerinde “Bizim ülkemiz denizle çevrili fakat insanımızın tutumu da, yasalarımız da denize sırtını dönüyor. Nasıl bu insanlara bu sahilleri açmam, nasıl bu insanları bu denizlerden faydalandırmam diyerek yapılmış adeta,” diye düşünür ve doğru kurgulanmış bir sahil kasabası yaratabilir miyiz diye merak ederdim. Bugünkü Çevre Bakanlığı’nda, o zamanki adıyla İmar ve İskân Bakanlığı- ODTÜ’den eski öğrencilerim genel müdür seviyesine gelmişti. Onlarla Antalya ve Efes’in Pamucak bölgelerinde denize yaklaşımı örnek gösterilebilecek bir proje yapılabilir mi diye konuşurduk.

Dünyadaki trendlere bakarsanız kırsal nüfusun kentsel nüfusa dönüştüğünü görürsünüz. Gelir seviyesi ve eğitim arttıkça kentleşme de aynı oranda artar. Son 20 yılın istatistiklerine göre gelişmiş ülkelerde nüfus artmıyor ama sahilde yaşayan insan adedi artıyor. Çünkü sahilde, su kenarında yaşamak insanın doğasında var. Yasalar o doğaya karşı gelemez. Sadece doğayı daha az zedeleyerek, doğaya saygı duyarak o eğilimi doğru olana yönlendirebilir. Doğal eğilimlere set çekemezsiniz.

alacati_03.png

Siz Port Alaçatı'da neleri doğru yaptınız?

Fransızların yaptığı projenin ilk vaziyet planında azmak 4-5 metre derinliğindeydi. Şimdi doğal halinde ve her iki tarafında da insanlar için yürüyüş yolu var. İlk projede kitliydi köy, yabancı kimse giremiyordu. Biz köyü herkese açtık. Dünyada meşhur olan çoğu plaj yapay. Biz de buradaki bataklık bölgeye ilk yapay plajı yapacağız. İçinde gizli bir mercan adası ve lagün oluşturacağız. Böylece köyümüzde büyük bir halk plajımız olacak. İki adet de golf sahası yapıyoruz.

Siz de Alaçatı'ya yerleşecek misiniz?

Buradan oy kullanmaya başladık bile. Şu anda geçici bir evimiz var. Aslında eşim Büyükada'ya âşık. Adada tanışıp evlendik. Evlerimiz birbirine yakındı. Bu kız büyüsün, onunla çıkarım diyordum. Sonra eğitim için gittiğim yurtdışından dönünce baktım büyümüş. Ocak ayında 53'ncü evlilik yıldönümümüzü kutlayacağız. Buranın benim aşkım olduğunu biliyor. O yüzden birlikte buradayız.

alacati_02.png

Biyografinizde “Orda Bir Köy Var Uzakta” şiirinin babanıza ithaf edildiği yazıyor. Hikâyesini anlatır mısınız?

Babam 1940’ların başında eski Güzel sanatlar Akademisi yani şimdiki adıyla Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde hocaydı. Arkadaşıyla açılan bir mimari müsabakayı kazanıyorlar. Bir köy enstitüsü inşa edecekler. Kalkıp o köye gidiyorlar. Köyde iyi giyimli iki kişiyle karılaşıyorlar. Ki, o yılların Anadolu’sunda ayakkabı giymiş insan görmek bile mucize. Tanışınca beylerin Maarif Müdürlüğü, şimdiki Milli Eğitim Bakanlığı, müfettişleri olduğu ortaya çıkıyor. Müfettişler köyün yolu olmadığı ve halkı çok fakir yaşadığı için üzgün. Babam ve diğer mimar arkadaşı ise köyün yerleşiminden, aldığı güzel rüzgârlardan, meyvelerin kurutuluş yöntemlerindeki incelikten, köy meydanının şeklinden, yani o sefalet içinde müfettişlerin gözüne görünmeyen inceliklerden bahsediyorlar. Bu müfettişlerden biri ünlü şair Ahmet Kutsi Tecer. Dönünce babam ve arkadaşının anlatımlarından etkilenip onlara ithafen “Orda Bir Köy Var Uzakta” şiirini yazıyor.

Yıllar sonra Galatasaray’da okuyorum. 9. Sınıftayım. Bir edebiyat öğretmeni geldi. Genç bir adamdı. Fakat bizim sınıf çok haşarıydı, onu kaçırdık. Sonra başka bir edebiyat öğretmeni daha geldi. Diğer öğretmenin tersine çok alçak ve yavaş sesle konuşan bu öğretmen bizim azgın sınıfı mum gibi yaptı. Öyle oldu ki, sınıfın hayta öğrencileri yaramazlık yapmaya kalksa diğer öğrenciler engel olmaya başladılar, sırf bu yeni edebiyat öğretmeni üzülmesin diye. O öğretmen Ahmet Kutsi Tecer’di. Dünya küçük. Çok hoş bir insandı. Galatasaray Lisesi’nde Fransızca öğreniyorduk, yanı sıra da İngilizce. Türkçe ise çok önemsenmiyordu. Kutsi Bey hiçbir laf etmeden, hiç konuşmadan bize kendi dilimizi muntazam konuşmanın, kendi dilini iyi kullanmanın, kendi diline saygı duymanın ne kadar önemli olduğunu anlattı. Hem de hiç büyük laf etmeden, bu dediklerimi bile demeden. Cumhuriyet devri çok değişik insanlar yetiştirdi. Ama yine de her nesil bir evvelinden daha iyi.

Öyle mi diyorsunuz? Hangi açılardan?

Elbette öyle. Ben gelecek hakkında her zaman ümitliyim. Bir kere benim neslim adam olsaydı, şu anki durumda olmazdık. Hep daha iyi oluyor inanın. Şu anda eskiye nazaran düşünmeyi, sorgulamayı bilen kendi kendine fikir üretebilen insan sayısı daha yüksek. Ben kötümser değilim. Toplum değişik dönemlerden geçiyor sadece.

Ama iyiye gidecek. Mesela Alaçatı’da çok özel bir örnek yapıyor, 21 yüzyılın uygar insanının özlemini duyduğu bir yaşam biçimini hayata geçiriyoruz. Dünyada benzerlerinin en iyisi olacak. Bundan 30 sene evvel böyle bir proje gerçekleşemezdi. Proje çalışmaları sırasında mimarlarımız arasında değişik bir uyum ve eşgüdüm oluştu. Port Grimaud projesinin baş mimarı Xavier Bohl kıyı yerleşmelerinde uluslararası tecrübeye sahip ve bu konuda dünyada en iyilerden. Projenin başından beri kendisiyle birlikte çalışıyoruz. Bugün bu projede birlikte çalışmaktan büyük haz duyuyor. İzmirli mimarlar Turgut

Çıkış ve Ahmet Sayar da projenin başından beri aşkla çalışıyorlar. İstanbullu mimar Sevim Ozan çalışmalarımıza onlardan daha sonra katıldı. O da 12 yıldır büyük bir özveriyle çalışıyor. Ben mimarlar arasında eşgüdüm ve sinerjiyi sağlamaya gayret ediyorum. Hep birlikte pozitif enerji üreterek zevkle ilerliyoruz.

pembe-flamingolar.png

Peki ya İstanbul’un kocaman bir şantiyeye dönüşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) 1968-69 yıllarında “Transportation Planning” (ulaşım planlaması) diye bir ders vermiştim. İstanbul’da 1985 yılı için 5-6 milyon nüfus ve iki yaka arasında toplu taşımanın da dâhil olduğu en az 3 bağlantı öngörülüyordu. O sırada birinci köprünün yapılması bahis konusu oldu. Bilim adamı olması gereken bir sürü akademisyen

İstanbul’da iki yakanın bağlantısı için köprüye ihtiyaç yoktur diye ayağa kalktı. Bu bizim aydınlarımızın çoğunun gerçek aydın olmadığının bir işaretiydi benim için. Aydınlarımız iyi niyetliydiler belki ama aydınlık değillerdi. O yıllarda üniversitede epeyce kavga ettim. Köprü yapıp yapmamak politik bir karardır ama İstanbul’da iki yakası arasında köprüye gerek yok, araba vapuru kuyruğunda dört saat beklerim denir mi?

Karşı çıkma argümanları neydi? Ne için böyle yaptılar?

Slogan atmak ve muhalif olmak en ucuz şey de onun için. Gazetelere manşet olmak için en kolay yol. Bugün saygı duyulan bir sürü isim o gün ayaktaydı. Sonra hata yaptıklarını öğrendiler ve başka hatalar yaptılar. 1945’ten 1983 yılına kadar yapılan bütün inşatlar çürüktü ve düşünebiliyor musunuz İstanbul deprem kuşağında. Aslında kentsel dönüşüm, kentin daha kıymetli ve düzgün olması için sosyal, etik ve ekonomik açıdan büyük bir fırsattı. Ama onu kaçırdık. İstanbul, bugün yapılan bütün binalar bittiği zaman, mevcut altyapı ve mevcut toplu taşımayla inanın bir yerden bir yere gidemeyen insanların kenti olacak. Önce insanları toplayıp yoğunlaştıralım sonra altyapıyı yapalım derseniz yaptıklarınızın büyük bir bölümünü yıkmak zorunda kalırsınız. Bu başımıza gelecek. Çünkü uygar insan eline ve gözüne gerekli kıymeti vermiyoruz, uygarca konuşmaktan da kaçıyoruz.

alacati_04.png

Denizden de kaçıyoruz.

Biz ise Alaçatı’da 21. asrın uygar insanının özlemini karşılamaya çalışıyoruz. Yabancılar bile irkiliyor gördüklerinde. Burayı azmak kenarı ve plajlarıyla dünyanın en iyisi yapacağız.

Denizi doldurmuyorsunuz ama denize yer açıyorsunuz.

Evet, tam tabiriyle öyle. Denize yer açıyoruz.

Teşekkür ederiz...

Bu haber toplam 16084 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.