1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. İstanbul; aşık olduğum kent…
İstanbul; aşık olduğum kent…

İstanbul; aşık olduğum kent…

Vira’nın Haziran ayı konuğu “Müzikal anlamda yapmak istediklerin bittiğinde zaten işin bitmiş demektir. Yapmak istediğim ve yapacağım daha çok şey var. Bu kadar şarkı yaptım ama hala en güzel bestemi yapamadığıma inanıyorum” diyen Onur Akın oldu.

A+A-

Yeni albümü ile çok yakında sevenleri ile buluşacak olan Onur Akın ile “İşte bunun bir açıklaması yok” şeklinde ifade ettiği şiirin müzikal kodlarını çözme yeteneğinden, “Gün batımında bakıldığında hala silueti güzel bir kent” diye bahsettiği İstanbul’a kadar pek çok konuyu konuştuk. İşte Vira yolcuları arasında yerini alan Onur Akın ile yaptığımız müzik ve şiir tadındaki söyleşimiz…

Onur Akın için şiir bestelemek nasıl bir uğraş?
Ben şiir bestecisiyim. Okur ve bestekar anlamında ciddi bir şiir emekçisiyim. Hayatım boyunca şiir besteledim. Nasıl ki “Yüzüklerin Efendisi” varsa, benim için de “Şiirlerin Efendisi” diyorlar. Belki de birçok şairden daha çok şiir kitabı okumuş, daha fazla şiir ezberlemişimdir. Eğer ki bestelenmeye uygun bir şiir olursa kolay kolay elimden kaçmaz. Bugüne kadar bestelediğim şiirlerle de bunu kanıtladım diye düşünüyorum. Şiir bütün sanatların öncüsü; şair olmak zor zanaat… Şiir bestelemek ise gerçekten zor iş. Şiir; koskoca bir kayadan, küçücük bir vazoyu çıkartmaktır. Ciddi bir söz ustalığıdır, müthiş zenginlik isteyen bir iştir. Şiirin müzikal kodlarını çözmek de, bestecinin işidir. Şiir şarkı sözü değil, hayali bir şeydir, yani imgelerle uğraşırsınız. Şairin ne demek istediğini anlar, ona en uygun melodiyi, ritmi, makamı bulursunuz.

Başkasına ait iddialı şiirleri bestelemek hakikaten zor ve riskleri olan bir iş…
Tabii ki kendi sözleriniz olsa, kimse kimseye bir şey diyemez. Başkalarının yazdığı çok iddialı şiirleri besteliyorsunuz. Yani riskleri olan bir şey. Ben bu riskleri 25 senedir almış bir sanatçıyım. Bu anlamda bestelediğim şiirlerin sahiplerini ve dinleyicilerimi hayal kırıklığına uğrattığımı sanmıyorum. Şiirin müzikal kodlarını çözme anlamında duyargalarımın açık olduğunu ve duygusal olarak o şifreyi çözebildiğimi söyleyebilirim. Ben yıllardır hayatta olan şairlerin şiirlerini besteliyorum ki, bu gerçekten zor bir uğraş. Bu işi yaparken de onlarla beraber çalışıyorum. Önce onlara sazımla canlı canlı çalıyor, sonrada stüdyo kaydıyla dinletiyorum. Çünkü şairin şiirinden uzaklaşmasını, “Bu benim şiirimin şarkısı olamaz” demesini istemiyorum. Mutlaka onların onayını alırım ve bu anlamda çok ağlattığım şairler de olmuştur. Ülkü Tamer bunlardan biridir mesela. Bana “Şimdiye kadar sekiz kişi besteledi ama böylesi olmadı Onur’cuğum” dendiği de çok olmuştur.

Bir şairi kendi şiirini besteleyerek ağlatmak kolay olmasa gerek...
İşte bunun bir açıklaması yok. Nereden geliyorsa o melodiler, bir anda geliyor ve dökülüyor. Aslında o ana melodi bir iki dakika içerisinde geliyor. O iskeleti bulduktan sonra da, gerisi sizin ustalığınıza kalmış artık. Girişini, ara sazını, ıslık varsa onu da yaparsınız. Ama o ana melodinin çıkması bir dakika ya da 30 saniyelik bir şeydir. Sanırım bu hassas olmakla alakalı bir şey. Ben Adana’da bir konser vermiştim, bindiğimiz minibüsün yanına bir sevenimiz geldi “Hassassın ağabey, hassassın!” diye bağırdı. Onun söylediği gibi bu hassas olmakla ilgili. Hani Sezen Aksu’nun bir sözü var ya “Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir” diye. İşte bu hayata dair tüm sıkıntıları, sorunları, hayata dair her ne varsa onları kendine dert edinmekle; bu yaşta dertli dertli bir adam oldum. Beni üretmek anlamında toplumsal duyarlılığım tetikliyor. Mesela tekel işçileri orada eylem yaparken, ben burada evimde rahat oturamıyorum. Gidip onlarla beraber olunca, kendimi daha mutlu hissediyorum. Mesela F Tipi Cezaevlerinde insanlar açlık grevi yaparken, onlara destek vermemek beni en başta demokrat bir insan olarak mutsuz eder. Orada olduğumda ise kendimi daha arınmış, daha mutlu hissediyorum.

Peki, müzikal anlamda yapmak isteyip de yapamadığınız bir şey var mı?
Müzikal anlamda yapmak istediklerin bittiğinde, zaten işin bitmiş demektir. Yapmak istediğim ve yapacağım daha çok şey var. Bu kadar şarkı yaptım ama hala en güzel bestemi yapamadığıma inanıyorum. Bir besteci, yeteneği varsa, her zaman patlamaya hazır bomba gibidir. Ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Çok uzun süre hiçbir şey yapmayabilir ama sonunda öyle bir beste yapar ki ortalık yerinden oynar. Çünkü o potansiyel onda vardır. Ben üretmediğim zaman korkunç derecede mutsuz, nemrut ve bu hayattan keyif almayan, gerçekten de kötü bir adam haline geliyorum. Ürettiğim zaman ise kendimi tazelenmiş, yenilenmiş dolayısıyla bu vesileyle özgüvenimi de yenilemiş oluyorum. Yeni kasetim hazır, eylülde çıkacak; seçim kargaşasına denk gelmesin dedik. Bir de bence benim şarkılarım Eylül’ün hüznüyle kışın daha güzel gidiyor: Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi/ben burada en büyük çileyi doldurayım/ Ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç/sen orada dalından koparılmış bir zerdali gibi dur/ben burada zerdalisiz bir dal gibi durayım… İşte burada bir eylül hüznü var, albüm çıksın insanlar da ürettiğim şarkıları kış boyu dinlesin.

Madem söz yeni albüme geldi. Biraz yeni albümünüzden bahsedelim mi?
İçerisinde 10 şarkı olacak. Bu albüm için 3-4 aydır stüdyodayım, her şeyi bitti tamamen hazır. Eylül ayında dinleyiciyle buluşacak. Henüz albümün ismini koymadım. Birçok seçenek var ama daha netleşmedi. Baharda çıkarmayı düşünüyordum ve o zaman adı “Kanatlarımda Bahar” olacaktı. Yeniden diriliş, bir umut albümü olsun istedim. Şimdi eylülde çıkacak ama belki yine öyle olabilir, sonuçta bu düşsel, imgesel bir bahar olur… En fazla sonbahar olur.

Deniz dediğimizde cebinizden hangi hatıraları çıkarıp bizimle paylaşabilirsiniz?
Benim doğduğum yer Bitlis’in Ahlat ilçesi. Van Gölü’nün kıyısında. Babamın tayininin çıkmasıyla ben çok küçükken -üç aylıkken- ayrılmışız oradan. Sonra Beykoz-Paşabahçe’ye, yine bir deniz kenarına geldik ve çocukluğum hep deniz kenarında geçti. Annemin diktiği o Amerikan bezi donlarla, siyah önlüklerimizi çıkarıp hemen Beykoz’dan, Çubuklu’dan, Paşabahçe’den genellikle iskeleden denize girerdik. Herkesin mayosu tek tipti, çünkü herkesin annesi dikiyordu donlarını. Çok güzel bir şeydir, eve gitmeden kendimizi denize atardık. Yani kısacası çocukluğum denizle çok haşır neşir geçti, deniz kültürünü iyi aldığıma inanırım.

Peki ya İstanbul?
Bu şehirde çok fazla anım, çok fazla yaşanmışlığım var. Ve ben bu şehirden besleniyorum. Bu sebeple İstanbul benim için her şeyin başladığı, çok ciddi anlamda aşık olduğum bir kent. Bittiği demiyorum, demek istemiyorum, hoş bazen bitsin de istiyorum çünkü İstanbul’la aramızda acı çektiren de bir aşk var. En yoğun acıyı çektiren, fakat bir o kadar da mutlu eden bir kent. Şu an İstanbul’un gerçekten bir gün çökeceğinden korkuyorum, gökdelenler, gökdelenler, gökdelenler… Akşam saatinde Eminönü’nden Boğaz’a doğru açılırken; o Süleymaniye, o Ayasofya, o Sultanahmet… İşte gerçek İstanbul orası. Can Yücel, cami minarelerini tırnaklara benzetiyor, “Tırnakları uzuyor İstanbul’un; aman ne güzel yaraşıyor Ya Rabbi!” diyor. Ama şu an o vapurun küpeştesinden doğru baktığında gördüğün, uzayanlar o tırnaklar değil. Fakat gün batımında bakıldığında hala silueti güzel bir kent. Bu kentin kıymetini bilmedik biz, maalesef katlettik. İşte kaçma isteğim de bu yüzden. İstanbulsuz yaşayamam o ayrı, ama ileriki dönemde bir sahil kasabası, yine bir deniz kıyısı canım çekiyor ve İstanbul’u sadece çok özlediğim zamanlarda gelip yaşamak istiyorum.

Akın’ın İstanbul’dan alıp başını gideceği o sahil kasabası neresi?
Vallahi dünyanın en güzel denizi Ölü Deniz’dir. Orayı çok seviyorum. Aslında orada da bir evim var. Kısmen orada yaşıyorum. Yazları Ölüdeniz’de kışları İstanbul’da. İleride uzun süre orada kalmayı planlıyorum. Cennet gibi bir yer, büyülüyor insanı. Nesini sevdiğini anlatamıyorsun ki, denizini seviyorum, yeşilini seviyorum, nar ağaçlarının altında güneşlenmeyi seviyorum, oradan denize girmeyi seviyorum, yani her şeyini seviyorum. Oranın huzuru dinginliği stressiz hayatı kısaca her şeyini seviyorum.

Denizin hangi hali cezp ediyor Onur Akın’ı?
Ben bomboş denizi pek fazla sevmiyorum. İçinde hayat olan bir deniz olacak. Mesela bir tarafa baktığında bir ada veya ışık olacak. İnsandan uzak, bomboş deniz korkutuyor beni. Mesela Giresun’da bir konserim vardı. Deniz kıyısında bir otelde kaldım ama bomboş ve karanlık bir denizdi. O cezp etmez beni, ama Boğaz çeker kendine. Oralardaki ışıklar, o evlerin perdelerinin ardında yaşanan hayatlar, mutlu veya mutsuz, o hikayeler beni çeker. Mutlaka hayat ve insanlar olacak. Belki de Boğaz’da büyümüş olmaktandır ama o ışıkların denize düşmesi, siluetleri, oynaşmaları… Öyle bir deniz benim için çok heyecan verici.
 

Bu haber toplam 1258 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.