1. YAZARLAR

  2. Nezih Bilecik

  3. İstanbul ve Çanakkale boğazları ile ağızlarına yasaklama getirilmesi üzerine önlemler paketi
Nezih Bilecik

Nezih Bilecik

Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi
Yazarın Tüm Yazıları >

İstanbul ve Çanakkale boğazları ile ağızlarına yasaklama getirilmesi üzerine önlemler paketi

A+A-

Sucul canlı doğaya savaş açmak insanoğlunun yapacağı en akıl dışı eylemdir. Sucul canlı doğadan yararlanmanın en kestirme yolu ise onunla sürekli barış içinde olmaktır. Aksine bir gelişme er veya geç topluma zarar olarak geri döner. Bu nedenle Çanakkale ve İstanbul boğazlarında balıkların yukarı ve aşağı göçleri konusunda barış, balıkçılık sektörünce vazgeçilmez bir uygulama olmalıdır. 

Günümüzde değişen dünya koşulları ve gelişen teknoloji nedeniyle Çanakkale ve İstanbul boğazları özel balıkçılık statüsü ile yönetilmelidir. En yalın tanımlama ile gezer-göçer balıklardan orkinos ve kılıç balığının Karadeniz'e geçebilmeleri/erişebilmeleri artık mazide kalmıştır. Yüksek teknolojinin, aşırı avcılığın ve Uzakdoğu'nun yoğun ticari taleplerinin kurbanı olan orkinosun yanı sıra kılıç balığı da günümüzde varlıklarını artık Antikçağ yazarlarının eserlerinde sürdürmekteler.

Vehim odur ki günümüze yansıyan bu görüntü gelecekte palamut ve lüfere de yansımasın. Gelecek kuşakların böylesine insanlık ayıbı olan bu tür görüntülerin yaşanmaması için şimdiden önlem üretmek işin doğrusu olsa gerektir. Bilimsel önlem üreten araştırmacılara doğal olarak balıkçılık sektörünce sıcak bakılmaz. Oysa araştırmacılar doğanın korunarak sürdürülebilirliği sağlayan jokerlerdir. Bu nedenle Atlantik-Akdeniz kökenli balıkların Karadeniz'e göçlerini sürekli ve verimli kılabilmek için ülkemiz açısından alınması gereken önlemler konusunda bir zihin jimnastiği yapmak işin doğrusu olsa gerektir.

Özetle; Bakanlığın Atlantik-Akdeniz kökenli gezer-göçer konumunda olan balıklarla ilgili balıkçılığı sağlıklı olarak yönlendirmesi için yapması gereken en sade uygulama şu şekildedir. Palamut ve lüfer balıklarının Ege'den Karadeniz'e göçü aşamasında Çanakkale Boğaz öncesi ortamında onların kesinlikle avlanılmayıp, Çanakkale Boğazına serbestçe girişlerinin sağlanması gerekir. Çünkü bu balıklar hem beslenmek hem de üremek için Karadeniz’e göç ederler. Göçleri esnasında zorunlu olarak, kanal konumundaki Çanakkale Boğazı'ndan ikinci aşamada Marmara Denizini geçtikten sonra İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz'e çıkış yaparlar. Bu geçişler temel olarak balıkların Batı ve Doğu Karadeniz dâhil beslenme ve yumurtlama eylemidir. Bu göçün temel anlamı oluşacak yeni nesil balığın sürüye katılmasına olanak sağlamasıdır. Diğer ifade ile balık nüfusunun artmasıdır.

Ama gelin görün ki Bakanlık bu konuda bir önlem üretmediği için ilkin Ege'den Çanakkale Boğazı’na girecek ve final aşamasında ise Doğu Karadeniz'e ulaşması gereken anaç balıklarının önü Çanakkale Boğazının güney ağzı ve yakın ortamında önleri gırgır filosunca kesilmekte ve yoğun bir şekilde avcılığı yapılmaktadır. Bunun tercümesi, balıkların Nisan-Ağustos sürecindeki üreme göçüne set çekilip nüfusunun artmasının engellenmesidir. Bu nedenle Çanakkale Boğazı'nın Ege'ye açılış ortamının merkezinden güneye doğru 20 deniz mili mesafeyi kapsayan yarım dairelik bir alan av yasakları başlamadan 1 Marttan itibaren bölge kesinlikle avcılığa yasaklanmalıdır (Şekil 5). Böylelikle bu balıkların Çanakkale Boğazına serbest giriş ve geçişleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı da tüm yıl boyunca kesinlikle gırgır avcılığına kapalı olmalıdır.

    resim1-006.png

Şekil 5. Çanakkale Boğazı için Ege Denizinden Marmara Denizine geçecek gezer-göçer balıklar için 1 Mart - 31 Ağustos arasında gırgır, voli ve uzatma ağı balıkçılığına kapatılması önerilen güvenceli sahanın tahmini sınırları. Yukarıda belirtilen sınırlar 1 Eylül'den 31 Mart'a kadar ki süreçte avcılığa serbest olmalıdır (Kara, F. 2012). 

İstanbul Boğazı’nda ise alınması gereken önlemlerin daha da kısıtlayıcı durumu söz konusudur. Boğaz'ın gırgır avcılığına tamamen kapatılmasının yanı sıra güney ağzında 15 millik, kuzey ağzında ise 20 millik yarım daire içerisinde kalan alana da tüm yıl için gırgır avcılığına kısıtlama getirilmesi bir gerekliliktir (Şekil 6).

 resim2-003.png

Şekil 6. Haritada sınırları belirlenen alanların (Boğazın Marmara ağzı ve Karadeniz ağzı) Karadeniz çıkışında gırgır, voli balıkçılığına ve yine Marmara ağızında gırgır, voli balıkçılığına 1Nisan-31 Aralık tarihleri arasında yasaklanmalıdır. Ayni sahalar,1 Kasım - 31 Mart tarihleri arasında çapari, parakete, yemli olta, sade ve fanyalı ağ balıkçılığına serbest olmalıdır (Kara, F. 2012).

Doğu Karadeniz'e ulaşma olanağı bulan anaç balıklar aracılığı ile yaz döneminde üreme olayı gerçekleşmiş olur. Yeni nesil balıklar seri şekilde büyüme evresine girerler. İklim koşullarındaki Sonbahara özgü sapmalarla beraber doğudan batıya doğru ilkin yeni neslin geri göç süresi başlar. Bu sürecin başlangıç aşamasında aslında bunların ticari olarak avlanılmaması işin doğrusudur. Çünkü balıklar batıya doğru akışlarını sürdürdükleri süreçte boy ve ağırlıklarında göze çarpan artışlar kaydedilir. Bu nedenle gezer-göçer balıkların Batı Karadeniz'de ticari avcılıklarının yapılmasının getirişi Doğu Karadeniz'de yapılacak olası avcılığından hem ağırlık hem de parasal yönden çok daha fazla olacağı kuşkusuzdur.

 

Katavasya göçüne yani aşağı göçe başlayan gezer-göçer balıkların Karadeniz Boğaz ağzında, Boğaz'da ve Marmara Denizine çıkış ağzında kesinlikle gırgır avcılığı yapılmamasının sağlanması ticari balıkçılığın esenliği ve sürdürülebilirliği açısından bir zorunluluktur. Marmara Denizi'ne geçen balık Çanakkale Boğazına kadar olan ortamda ticari avcılığı doğal olarak gerçekleştirilebilecektir. Çanakkale Boğazına erişen/giren balığın yine gırgırla avcılığının yasaklı kılınması bir zarurettir. İlkbaharın ikinci döneminde yasak kapsamındaki Ege'ye çıkış ortamı bu kere tam tersine Eylül ayından Nisan ayına kadar serbest kılınmalıdır. Bunun nedeni ise sonbahar ve kış mevsim sürecinde, Marmara Denizi’nde bulunan, ekonomik önemi yüksek olan palamut-torik, lüfer-kofana stoklarının Ege Denizi’ne ve uluslararası sulara göç dönüşlerini ülkemiz balıkçılık ekonomisine kazandırmaktır.

 

Metin içerisinde endüstriyel balıkçılıkta yasaklama getirilmesi gereken avcılık olarak sadece gırgır avcılığı belirtilmiştir. Endüstriyel balıkçılığın diğer uygulaması olan trol ise Su Ürünleri Yasasının 24'üncü Maddesi gereğince İç-sular, Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında her çeşit trol ile su ürünleri istihsali yasak olduğu için telaffuz edilmemiştir.

 .

Boğazlar ve çevresine kısıtlama getirilmesi söz konusu olması gereken diğer avcılık yöntemleri ise uzatma ve voli ağları ile yapılacak operasyonlardır. Bu avcılıkların da tüm yıl yasak kapsamında olması işin doğrusudur. Ne var ki balıkçı kesimi hiç çaba sarf etmeden bu balıkların ayağına kadar gelip av vermesine alıştığı için öngörülen kısıtlamaya tepki verecekleri kuşkusuzdur. Boğazlarda 1 Kasımdan 31 Mart’a kadar sadece çapari, yemli olta ve parakete ile avcılığın serbest bırakılması uygulamanın doğrusudur. Bu önlemler, özellikle Marmara Denizi balıkçılığını ve ülkemiz balıkçılığının sürdürülebilir gelişimine olumlu yönde katkı sağlayabilecek uygulamalardır.

Çanakkale ile İstanbul boğazları ve ön bölgelerinde balıkçılığımızın geleceği açısından bir dizi önlem alınması konusunda uzman balıkçılık biyoloğu Ömer Faruk Kara’nın 06.08.2012 tarihinde yayımlanan “Balıkçılığımızın yeniden yapılanmasına ışık tutacak radikal öneriler” başlıklı makalesini balıkçılığımızın esenliği açısından dikkate alınmasında yarar vardır. [Kaynak: (www.balikciler.net/lufer-baligi-hakkinda-16935.html).]

Söz konusu makalede Kara'nın bir önerisi dikkat çekicidir. "Burada belirtilen 1 Kasım 31 Aralık tarihlerinin, endüstriyel balık avı için, 1 Kasım 28 Şubat olarak 120 günle sınırlanması en az 3 sene için zorunlu olmalıdır. Çöken balık stoklarının yenilenebilmesi için, avlanmaya zaman tahdidi ve kota getirmek zorunluluğu vardır. Denizlerimiz için bunun bilimsel açıklaması; ekonomik değeri yüksek ayni zamanda yumurtadan çıktıktan sonra, biyolojik açıdan büyüme hızı yüksek palamut-lüfer yavruları ekim- kasım ayları içinde satış boyuna ve 500-600 gr. ağırlığa ulaşan palamut ve yine bu süreçte 5-6 adedi 1 kg. gelen sarıkanat (lüfer) olarak stoka katılır.

Eğer biz bu türleri, bu gün için sahip olduğumuz yüksek endüstriyel av gücümüzle, eylül ayından itibaren nisan ayına kadar avlarsak, 150-250 gr. gelen çingene palamudu ve 16-18 adedi bir kg. gelen çinakop avlarız. Mevcut stoku, kendini yumurtlayarak en az bir kere meydana getirmeden stoktan çekeriz. Eğer, endüstriyel balıkçılığa bilimsel anlamda güncel av takvimi ve av miktarına zaman tahdidiyle en az 3 sene için kota koyarsak, sürdürülebilir balıkçılığımızı güvence altına almış oluruz."

Gezer-göçer balıklar için en akılcı uygulama, ilkbaharda sularımıza giren bu balıkların dönüşü olan sonbaharda belirli bir düzeyde anaçlarının geçişine müsaade ederek avlanılmasıdır. İşte bu uygulamada bölge, zaman ve ağın derinliği açısından gereğini yapmayan gırgırcılar, uygulamaları ile avcılıklarını “zararlı avcılık” konumuna sürüklemekteler. En dramatik uygulama ise özellikle İstanbul Boğazı’nın Beykoz ve Tarabya önlerinde gerçekleştirilmektedir.

Köprüden önce son çıkış ve iki eylem planıyla bürokrasiye yardımcı olmak

Su Ürünleri Avcılığını düzenleyecek olan 6/1 No'lu Tebliğe ait diğer bir ifade ile 2024-2027 yıllarını kapsayacak uygulamayla ilgili prematüre bildirim için kolları sıvamanın tam zamanıdır! Çünkü 2023 yılı olası tebliğin hazırlık dönemidir. Bu nedenle tebliğ ile ilgili girişimlerin alt yapısını geciktirmeden konu ilgilisi her kesimce oluşturulması ve katkısı gereklidir. Ayrıca 2023 yılı Türkiye'nin genel seçim yılıdır. Olası bir iktidar değişikliğinin ülkemiz balıkçılığının yönetim politikasının da somut olarak iyi düzeye gelmesinin de zeminini oluşturabileceğini varsaymak kehanet olmasa gerektir.

Sucul canlı doğanın korunmasında oluşan en belirgin ve büyük engel Su Ürünleri Kanununun kabulünden günümüze kadar geçen süreçte iktidar kanadı siyasilerin ve balıkçı ağalarının bürokrasiye yaptıkları baskı olmuştur. Bu nedenle merkezi otorite bünyesindeki bürokratları hem siyasi ortamdan hem de endüstriyel balıkçı kesiminden gelecek bilim dışılık içeren baskılardan arındıracak bir uygulamaya gereksinim vardır. Bunu oluşturmanın en etkili olabilecek iki yol haritasının alt yapısını bürokratlarca,   bilimcilerce ve objektif görüşe sahip balıkçılık sektörü temsilcileriyle ortaklaşa yazınsal olarak oluşturmak ve girişimi gerçekleştirmektir.

Bu konuda yapılması gereken ilk eylem ülkemizde mevcut tüm üniversitelerimiz bünyesinde mevcut su ürünleri fakülteleri,  deniz bilimleri araştırma enstitüleri, fen fakültelerinin hidrobiyoloji ana bilim dallarının ve aynı çerçevedeki tüm akademik kuruluşların her bir yönetiminden, önceden hazırlanmış ve kendilerince kabul görmüş bilimsel bir metnin imzalanmasıdır. Söz konusu metin “Boğazlarda gırgır avcılığının yapılmaması ve bu alanların endüstriyel balıkçılığa kapatılması hem balık stoklarının geleceği hem de ülkesel menfaatler açısından neden zorunluluktur” ve “Ülkesel iç kıta sahanlığımız gırgır avcılığına kesinlikle kapatılmalıdır” içeriklerini kapsamalı ve imza altına alınmalıdır. Böylelikle ülkemizde balıkçılığın ilgi alanına giren tüm akademik camianın gerekçeli olarak konuya açıklık getirmesi merkezi otoritenin hükümetler de dâhil olası tüm baskılardan arınmasının nedenini teşkil edecektir (*).

İkinci eylem ise söz konusu metnin TBMM'nde grubu bulunan tüm siyasi parti yönetimlerine gereği için, TBMM'nde grubu bulunmayan parti yönetimlerine de bilgi için gönderilmesi, takip edilmesi ve ısrarla sorgulanmasıdır. Bununla ilgili olarak 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu yeniden revize edilmelidir. Bu çerçevede Boğazların giriş ve çıkış bölgeleri de dâhil olmak üzere ayrıca tüm ülkesel iç kıta sahanlığımızda gırgır avcılığının yasal olarak yasaklanması sağlanmalıdır. Bu oluşturulduğu takdirde merkezi otorite bürokratlarının, siyasetten ve siyaset dışı baskılardan arındırılmalarının yanı sıra olası yasal düzenleme çerçevesinde İstanbul ve Çanakkale boğazlarında ve ülkesel iç kıta sahanlığımızda çağdaş bir yönetim modeli de hayata geçirilmiş olacaktır.

Son söz

Aralık 2022 tarihi itibariyle sucul canlı kaynakların işletilmesindeki ülkesel bilim dışılık nedeniyle; merkezi otorite olan Tarım ve Orman Bakanlığından yana değilim. 1970'li yıllardan beri hüküm süren hiç bir hükümetten de yana değilim. Balıkçıdan ve onun sektöründen de yana değilim. Yaşananlara bakar kör toplumdan da yana değilim. Önce sanayi, sonra çevre diyen siyasetçilerden de yana değilim. Birey olarak canlı doğa ile ilgili küresel ve ülkesel hakkımı yitirmekten hiç yana değilim.  Sadece doğadan, bilimden ve Avrupa Birliği (AB) Konseyinin 2006 yılında yürürlüğe koyduğu 1967/2006 (EC) sayılı Tüzüğün 13 (3) Maddesi ile gırgır avcılığına kıyıdan en az 300 metre mesafe ve 50 metreden sığ sularda yasaklama getiren kararından yanayım.

Peki ya cümle âlem, bu saatten sonra siz kimden yanasınız!

Nezih Bilecik  

Bodrum 11 Aralık 2022

 (*): Yazar tarafından hazırlanan taslak bir bildirge metni ek olarak verilmiştir.

Not: Denizbilimi ve balıkçılık biyolojisi araştırmalarına fiilen başladığım zaman dilimi üzerinden 54 yıl geçti. Ayrıca 14 yıllık Bodrum Su Ürünleri Araştırma Enstitüsü yöneticiliği yapmış olmamdan kaynaklansa gerektir; girişimi destekleyici üniversiteler, vakıflar, dernekler ve doğa sorumlusu bireyler adına sembolik olarak taslak metni hazırlamağı yeğledim. Aslında her kurumun sucul canlı doğa konusunda kendi felsefesini objektif olarak yansıtması işin doğrusudur. Yeter ki bilimin ışığı altında sucul canlı kaynaklarımızın sorumlu balıkçılık ilkeleri doğrultusunda koruyarak sürdürülebilir yönetiminin temelleri atılsın.

 

TASLAK METİN

 

BALIKÇILIĞIMIZDA ÇAĞDAŞLIĞA ÇAĞRI DEKLARASYONU

Biz aşağıda imzası bulunan akademik kuruluşların/vakıfların/derneklerin temsilcileri olarak Türkiye balıkçılığının içine düştüğü sürdürülemez balıkçılık nedeniyle sucul canlı kaynakların korunması konusunda aşağıda belirtilen bir dizi bilimsel önlemlerin Tarım ve Orman Bakanlığınca ivedi olarak hayata geçirilmesini zorunlu görüyoruz.

  1. Akdeniz ekosistemi içerisinde Atlantik-Akdeniz kökenli gezer-göçer balıkların (orkinos, kılıç, palamut, lüfer) stoklarının çökmemesi için İstanbul Boğazı ile Çanakkale Boğazı'nın ayrıca boğazların giriş ve çıkış yerlerinin ortalama 15 millik bir mesafeyi kapsayan alanların komple gırgır avcılığına kapatılması gerekliliktir.  Bu balıkların sürekli verimliliğini sağlamak ve sonuçta endüstriyel balıkçı kesiminin de kalkınabilmesine olanak yaratmak açısından tüm yıl boyunca boğazlarda “Endüstriyel Balıkçılığa Kapalı Alan” uygulaması başlatılmalıdır. Çanakkale ve İstanbul boğazları gezer-göçer balıkların Karadeniz'e beslenmek ve üremek için geçmek zorunda kaldığı dar su geçitleridir. Bu balık stoklarının korunarak sürdürülebilirliğini sağlamak için onların anavaşya (yukarı göç) ve katavasya (aşağıya göç) göçlerinin önlerinin kesilmemesi gerekir. Bu göçler temel olarak balıkların Karadeniz'e bir anlamda doğumhaneye geçiş eylemidir. Haliyle boğazlar tam anlamıyla bir biyolojik koridordur. Bu nedenle balıkçılığa hassas kuşaktırlar ve boğazlar kesinlikle gırgır avcılığına kapatılmalıdırlar.
  2. Balıkçılığımızın kanayan diğer bir yarası da kıta sahanlığımızın sığ kesimlerinde yapılan gırgırla avcılıktır. Kıta sahanlığı, kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında 200 metre derinliğine kadar süren doğal uzantısına yapılan tanımlamadır. Bu ortamın içeriğinin en yalın tanımlaması ise 0-50 metre derinliği kapsayan alanın iç kıta sahanlığı, 51-200 metre derinliği kapsayan alanın ise dış kıta sahanlığı olduğudur. 0-50 metre derinliği kapsayan bölüm, biyolojik açıdan denizlerin tartışmasız en ayrıcalıklı yaşamsal önemi olan kısmıdır. Bu bölgede dalgaların etkisi ve akıntılar nedeniyle devamlı su alış verişi vardır. Işık ve sıcaklığın pozitif anlamda en etkili olduğu ortamdır. Bu ortamda denizel bitkilerin bulunması nedeniyle organik verimlilik çok yüksektir. Deniz tabanındaki yumuşak zeminde yaşamını sürdüren omurgasızların bulunduğu ve dipte biriken organik materyal nedeniyle omurgasız hayvanların en iyi düzeyde gelişmesine olanak sağlayan en zengin ortamdır. Ayrıca bu ortam yavru ve genç bireylerin hem korunma hem de gelişme yerleridir. En karakteristik özelliği ise dip balıklarının üreme döneminde üreme etkinliklerini gerçekleştirdiği bölgedir. Diğer taraftan iç kıta sahanlığının üzerindeki su kitlesinin, özellikle kıyıya yakın ortamları, koy ve yarı kapalı koyları gezer-göçer balıkların da yumurtlama ortamıdır. Tüm bu özellikler iç kıta sahanlığı ortamının erozyona uğramaması açısından gırgırla avcılığa kapatılmasını gerekli kılan temel unsurlardır.

 

1980'li yıllardan sonraki süreçte ülkemizdeki endüstriyel avcılık tekne boy ve motor güçleri çok artırılmıştır. Ayrıca son sistem sonar cihazlarının kullanılmasının yanı sıra gırgır ağı derinliği ve uzunluklarının günümüzde yaklaşık 900-1600 metreye, derinliğinin ise 125-200 metre gibi boyutlara eriştiğidir. Avcılıklarda ise ağ derinliklerinin en az 3/4'ü derinlik ve daha derin sulara ağ dökebilirler olmalı uygulaması yok sayılmıştır. Haliyle ağ büzüldüğü zaman işlevsellik açısından ağın zemine temas olayının gerçekleşmesi, onun sürütme ağlarının yarattığı olumsuzlukların çok daha fazlasını yapmaktadır. Bu olumsuzluk iç kıta sahanlığı ortamında sürekli olarak yaşandığı için gırgır zararlı avcılık konumuna gelmiştir. 50 metreden daha sığ sularda gırgır kullanılmasının deniz tabanında canlı çeşitliliğin en yüksek olduğu ortamda yaşayan tüm hayvansal ve bitkisel organizmalar topluluğunu yıprattığı gerçeği de hiç bir şekilde göz ardı edilemez. Haliyle iç kıta sahanlığının gırgırın zararlı uygulamalarından arındırılması günümüzde bir zorunluluk haline gelmiştir.

  1. Boğazlar ve boğaz ağzı bölgelerine getirilmesi öngörülen av yasakları konusuna uzatma ağları ile voli avcılığı da dâhil edilmeli veya hangi ölçütlerde av yapabilirlikleri kurallara bağlanmalıdır.

İş bu bildirgenin amacı sucul canlı kaynaklarımızın doğal-verimli gelişmesine olanak sağlamak ve balıkçılarımıza sorumlu balıkçılık ilkelerini yinelemektir. Yukarıda üç temel unsur olarak belirtilen hususların ilkin Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyecek ve 2024-2027 yıllarını kapsayacak olan 6/1 Numaralı Tebliğde, ikinci aşamada ise 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanununda yapılacak yenilenmede yer alması ülkemiz balıkçılığının düzlüğe çıkmasını, ayrıca kaynak verimliliğinin dengeli olmasını sağlayacaktır. Balıkçılık yönetiminin rasyonel yönetiminin her zaman bilimsel öneriye gereksinim duyacağını özellikle hatırlatmak isteriz.

Girişimimiz gereği için Cumhurbaşkanlığı Makamına, Tarım ve Orman Bakanlığı ile tüm siyasi parti genel başkanlarına; bilgi için STK'lara, balıkçılık sektörüne ve kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Bu yazı toplam 2653 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar