1. YAZARLAR

  2. Nezih Bilecik

  3. TBMM Balıkçılık Araştırma Komisyonu Ülke Balıkçılığına Çare Olabilecek Mi?
Nezih Bilecik

Nezih Bilecik

Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi
Yazarın Tüm Yazıları >

TBMM Balıkçılık Araştırma Komisyonu Ülke Balıkçılığına Çare Olabilecek Mi?

A+A-

Nezih BİLECİK

Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi

 

BÖLÜM 2

Kısa Vadede Çözümlenmesi Gereken Hususlar

Matematiğe Dayalı Sorunlar

  1. Balıkçılıktan sorumlu merkezi otorite olan Tarım ve Orman Bakanlığının özellikle matematik bilimine yönlendirilmesi zorunluluktur. Tam 52 yıldır Tarım Bakanlığı kendini sucul canlıların olası nüfusu ile ilgili bilgilerin ortaya konulmasından yani matematiksel verilerden kendini adeta soyutlamıştır. Bu sorun günümüzde de aynen devam etmektedir.

Türkiye denizlerinde dip (demersal) ve yüzey ile orta su balıklarının (pelajik) stok konumlarına hala açıklık getirilmemiştir. Belirlenemeyen balık stokunun 1/3’ünün avlanabilir olması, 2/3’ünün ise denizde yaşamını sürdürmesine olanak hala sağlanamamıştır. Stokların korunarak sürdürülebilirliği açısından olmazsa olmaz bu kural merkezi otorite tarafından prensip olarak benimsenmemiştir.   Ayrıca Türkiye denizlerinde hem demersal hem de pelajik balıkların güdümlü araştırmalarla devamlı izlenmesi programa bağlanmamıştır. Toparlamak gerekirse merkezi otorite tarafından Türkiye’nin sahip olduğu denizlerindeki sucul kaynakların konumu rakamsal olarak ortaya konulamamış ve kaynakların işletiminde atılacak olası tüm adımların rastgele değil, bilimsel olması sağlanamamıştır. Acaba TBMM Balıkçılık Araştırma Komisyonu bu temel sorunun giderilmesini sağlayabilecek midir?

  1. Sucul canlı kaynakların verimli işletilmesi için gerekli rakamların ortaya konulamamasına karşın endüstriyel balıkçılık filosunun sayısal açıdan yoğunlaşması ve rakamsal verilerden yoksun olarak bilim dışı desteklenmesinin bilimsel izahı olası değildir. Kaynağın verimliliğinin çok üstünde bir av filosunun varlığı avcılıkları verimsizleştirmesinin tek nedeni matematik kavramından yoksunluğunun doğuracağı sonuçlardan Tarım Bakanlığının umurunda olmamasıdır. Türkiye’de öncelikli olarak endüstriyel balıkçı filosunun bilimsel verilerin ışığı altında olması gereken rakama çekilmesi esas olmalı ve bu gerçekleştirilmelidir. Bu çerçevede trol ve gırgır av filosu teknelerin teknik spesifikasyonlarına göre belirlenmeli ve akabinde bu rakamlar ön görülecek süreye kadar dondurulmalıdır. Böylelikle av filosu fazlalığından oluşan aşırı avcılığın önüne geçerek balıkçılık kaynaklarına yapılan av baskının normal seviyesine gelmesi sağlanmalıdır.  Acaba TBMM Balıkçılık Araştırma Komisyonu bu temel sorunun giderilmesini sağlayabilecek midir?

 

Balıkların Yaşam Döngüsüne Yapılan Bilim Dışı Müdahaleler

  1. Balıkçılıktan sorumlu merkezi otoritenin Balıkçılık Biyolojisinin öngördüğü tüm kurallara bağımlılığı esastır ve öyle olmalıdır. Ne var ki ülkesel görüntünün hiç de öyle olmadığıdır.

Türkiye balıkçılığının iyi yönetilemediği ülkenin her bir köşesinde en sade şekliyle balıkçı tezgâhlarındaki görüntü ve onun nedeninin analizinde yattığıdır. Balıkçı tezgâhlarında satışa sunulan balıkların neredeyse ¾’ünün rahatlıkla eşeysel olgunluğa gelmemiş, diğer ifade ile kendinden döl vermemiş balıklar olduğudur. Oysa stokların kendilerini yenileyebilmesi için gerekli olan ise yeteri miktarda ergin balığa sahip olmak ve küçük balıkların büyümelerine ve üremelerine izin vermektir. Sucul dünya canlılarına bu olanak verilmediği takdirde sonuç verimsiz ve ekonomik olmayan balıkçılıktır. Balıkçılık Komisyonunun üzerinde durması ve çözüm üretmesi gereken öncelikli baskın sorunlardan biri budur. Gerek balıkhanelerde ve gerekse balıkçı tezgahlarındaki bu aykırı durumun müeyyidesiz kalması balık avcılığını düzenleyen ve boy sınırlamalarını içeren tebliğlerin kâğıt üzerinde kalmasının nedenini oluşturmaktadır ki bu durum sorumsuz balıkçılığı alışkanlık haline getirenleri daha da vicdan muhasebesinden yoksunlaştırmaktadır.  Acaba TBMM Balıkçılık Komisyonu bu temel sorunun giderilmesine önayak olabilecek midir?

 

  1. Balıkçılık Bilimine kökten aykırı bir balıkçılık uygulaması balıkçılığa hassas bölgelerimizde cahilce olmayı bir kenara bırakın aymazca toplumun gözüne sokarcasına sürdürülmektedir. İşin en dramatik yanı merkezi otoritenin üç maymun görüntüsünü sergilemesidir. Konuya açıklık getirelim. Türkiye balıkçılığında Atlantik-Akdeniz kökenli gezer göçer balıkların ekonomik açıdan büyük önemi vardır. Palamut, lüfer vb. balıkların iki hayati göç içgüdüsü bulunmaktadır. Bunlar ilkbaharda beslenmek ve aynı zamanda üremek için yaptıkları yukarı göç/anavaşya ile sonbaharda sıcaklığın düşmesiyle beraber yaptıkları aşağı göç/katavasya göçleridir. Söz konusu balıklar Karadeniz’e geçebilmek ve üremelerini gerçekleştirebilmek açısından biyolojik koridor olan Çanakkale ve İstanbul boğazlarından zorunlu olarak geçme konumundadırlar. Ne var ki özellikle İstanbul Boğazının kuzey kesiminde yıllardır gırgır avcılığı vahşice gerçekleştirilmektedir. Yapılan bu avcılıklar aslında bir doğum kontrolü konumunda olup balık nüfusunun azalması sonucunu doğuran mantık dışı bir uygulamadır. Boğazlarda ve boğazların giriş-çıkış ortamlarında kesinlikle endüstriyel avcılık söz konusu dahi edilemez. Hal böyle olmakla beraber merkezi otoritenin nedeni ne olursa olsun önlem üretememesi de ayrı bir sorundur. Boğazlarımızda endüstriyel avcılığın kesin olarak yasaklanması ve kangrene dönüşen sorunun kısa vadede çözüme kavuşturulması esastır (Detaylı bilgi için bkz. Bilecik, N. 2023. Balıkçılığımızın Geleceğini Kurtarmak İçin Yapılması Gerekenler. 16.01.2023 https://www.virahaber.com/balikciligimizin-gelecegini-kurtarmak-icin-yapilmasi-gerekenler-9034yy.htm). Acaba TBMM Balıkçılık Komisyonu boğazlarımızda hüküm süren bu vahşi ve kural tanımayan gırgırcıların önünü kesebilecek midir?
  2. Deniz balıkları avcılığında küçülmenin önlenmesi, balıkçılığın geleceğini güvenceye alabilecek bilime dayalı balıkçılık ancak balığa kendini en az bir kere neslini devam ettirme (yumurtlama) özgürlüğünü vermekle sağlanabilir. Eğer balıkçının balıkçılığına zaman, av operasyon adedi ve av miktarları parametrelerinde, bazı sınırlamalar getirilirse, geçimini temin ettiği ve projesi sonsuz olan balıkçılık kaynağının çöküşü önlenebilir. Avlanmayı sınırlayan ana faktör, avlanan balık türlerinin miktarları veya birim avcılık sezonunda izin verilen toplam avlanabilir miktardır. Yani “balık av kotasıdır”. Özetle balıkçılıkta aşırı avcılığı engellemek ve stokların gelecek nesiller için büyümesini sağlamak açısından yapılan önlemsel bir uygulamadır.

Diğer taraftan Türkiye denizlerinde on yıllardır süregelen aşırı avcılığın doğurduğu olumsuz tablo uygulanmakta olan av sezonu zaman dilimini de etkilemiştir. Özellikle 0-1 yaş grubu balıkların korunmasına ve sezonun erken kapanmasına yönelik olarak sezonun 1 Eylül yerine 1 Kasım’da başlatılması bilimcilerin güncel bir önerisi olup dikkate alınmasında yarar vardır. (Detaylı bilgi için bkz. Kara, F. 2021. Deniz Balıkçılığımız İçin Kota Sistemi ve Yeni Av Takvimi. 14.01.2021. https://denizkartali.com/deniz-balikciligimiz-icin-kota-sistemi-ve-yeni-av-takvimi-omer-faruk-kara-yazdi.html). Acaba TBMM Balıkçılık Komisyonu balıkçılığımızda kota ve av sezonunun daha geri tarihte açılmasını sağlayabilecek midir?

 

Balıkçılık Tekniği Açısından Yapılan Bilim Dışı Avcılık

  1. Denizlerimizin en sade şekliyle “İç Kıta Sahanlığı” olarak tanımlanan 0-50 metre derinliği kapsayan ve biyolojik açıdan denizlerin tartışmasız en ayrıcalıklı yaşamsal önemi olan bu ortamda gırgır avcılığı usulüne uygun olarak yapılmamaktadır. Ülkemizde kullanılan gırgır ağları 400-800 kulaç boya ve 60-100 kulaç derinliğe sahiptir. Bu ağlarla bu 50 metreden daha sığ sularda avcılık yapılması onları sürütme ağı konumuna dönüştürmektedir. Gırgır ağlarının 60-100 kulaç (109 m.-183 m) derinlikli olması onu 50 metreden sığ sularda sürütme ağı konumuna diğer bir ifade ile zararlı avcılık konumuna geçişine neden olmaktadır. Haliyle denizlerin biyolojik açıdan en zengin ortamını olası tüm olumsuzluklardan arındırmak için 50 metreden sığ sularda gırgırla balık avcılığı AB ülkelerinde olduğu gibi kesinlikle yasaklanmalıdır.   (Detaylı bilgi için a) Bilecik, N. 2023. Türkiye Balıkçılığının Geleceği, Bilimsel Düşünce ve Uygulamalarla Kurtulabilir. 09.01.2023  https://www.virahaber.com/turkiye-balikciliginin-gelecegi-bilimsel-dusunce-ve-uygulamalarla-kurtulabilir-9033yy.htm b) Bilecik, N. 2023. Balıkçılığımızın Geleceğini Kurtarmak İçin Yapılması Gerekenler. 16.01.2023  https://www.virahaber.com/balikciligimizin-gelecegini-kurtarmak-icin-yapilmasi-gerekenler-9034yy.htm c) Bilecik, N. 2023. İstanbul ve Çanakkale Boğazları İle Ağızlarına Yasaklama Getirilmesi Üzerine Önlemler Paketi. 23.01.2023. https://www.virahaber.com/istanbul-ve-canakkale-bogazlari-ile-agizlarina-yasaklama-getirilmesi-uzerine-onlemler-9036yy.htm]). Acaba Balıkçılık Komisyonu bu temel sorunun giderilmesini ve AB ile bütünleşmeyi gerçekleştirebilecek midir?

 

Orta Vadede Çözümlenmesi Gereken Hususlar

Balıkçılıkta Küresel Ölçekli Uyum Sağlanmalıdır

  1. Anayasamızda 45, 168, 169 ve 170. maddeler çiftçilerimiz, orman köylülerimiz ve fosil kaynaklarımız anayasal güvenceye kavuşturulmalarına karşın balıkçılarımızın eşdeğer bir güvenceden yoksun bırakılmaları göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur. Yeryüzün dörtte üçünü denizler, dörtte birini ise karalar teşkil etmekte. Fiziki olarak bir yarımada ülkesi olan aynı zamanda birbirinden çok farklı ekolojik özellikleri olan denizlere sahip olan Türkiye 8333 km uzunluğunda hatırı sayılır bir kıyı varlığına, ayrıca bu denizlerde ve iç sularda hüküm ve tasarrufu altında olan 70 bin km2’yi aşkın bir alana sahiptir. Türkiye’nin bu özelliği görmezden gelinemez. Çünkü ülkemiz bu ortamda gerek bitkisel ve gerekse hayvansal kökenli on binlerce canlı türüne ve bunların azımsanmayacak bölümünü de ekonomik yönden değerlendirme şansına sahiptir. Haliyle Türkiye bu konuda sucul ortam kaynaklarını ülke olarak dikkate almama gibi bir lükse de sahip değildir. “Balıkçılık ve bu üretim alanında çalışanların korunması” alt başlığı altında konuya çiftçilerimizin ve orman köylülerimizin korunmasına eşdeğer hükümlerle Anayasada mutlak olarak yer verilerek bu noksanlık kesinlikle giderilmelidir. (Bununla ilgili taslak metin için bakınız Bilecik, N. 2022. Siyasilerin Dikkatine Anayasada Balıkçılığa Yer Açın. 17.02.2021. https://www.virahaber.com/siyasilerin-dikkatine-anayasada-balikciliga-yer-acin-9011yy.htm). Acaba TBMM Balıkçılık Komisyonu Anayasadaki balıkçılık ile ilgili boşluğu giderici adımları parlamento çatısı altında atabilecek midir?

 

  1. Ülkemizde Balıkçılık Sektörü Tarım Sektörü bünyesinde yer alan bir alt sektör olarak yer almakta ve bu uygulama küresel ölçekli bir uyumsuzluğu da ortaya koymaktadır. Türkiye Avrupa Birliğine üye olmaya çabalayan aday ülkelerden biridir. Oysa AB’nin 1957 Roma Antlaşmasının 33.’üncü maddesi ile oluşturduğu Ortak Tarım Politikasının (Common Agricultural Policy) yanı sıra salt balıkçılıkla ilgili olarak 1983 yılında yürürlüğe koyduğu Ortak Balıkçılık Politikası (Common Fisheries Policy) bulunmaktadır. Yani tarım ve balıkçılık birbirleriyle bağlantılı olmayan bağımsız faaliyet alanlarıdır. AB bünyesindeki bu oluşum, Tarım ve Orman Bakanlığı’ndaki yanlış uygulamayı sergileyen bir görüntüdür. Haliyle Türkiye′de Tarım ve Balıkçılık sektörünü ayrı sektörler olarak tanımlanmalıdır. Bu uygulama Balıkçılık Sektörünün GSMH’ya olan katkısını da örten olumsuz bir gelişmedir.  (Bkz. Bilecik, N. 2012. Anayasa ve Balıkçılık. Vira Dergisi. Sayı 63, s. 50-54). Acaba TBMM Balıkçılık Komisyonu tarım ve balıkçılığın ayrı sektörler olduğu konusunda AB ile eşdeğer konuma geçmeyi gerçekleştirebilecek midir?

 

  1. Balıkçılık balık ve diğer sucul canlıları avlama, üretme, besleme, satma vb. faaliyetlerin bütünüdür. Türkiye’nin balıkçılık (fishery) tanımlamasında dünya ülkeleri ile kavram/terim açısından en olumsuz uyumsuzluğu balıkçılık tanımlaması yerine su ürünleri (water products) tanımlamasını yasa, kamu kuruluşu, üniversiteler ve sektör bütünselliği içerisinde yanlış kullanmasıdır. Su ürünleri tanımlamasının küresel ölçekte balıkçılığı ifade eden bir karşılığı bulunmamaktadır. Basit iki örnekleme ile yetinelim. Ürün doğada var olan gerek bitkisel ve gerekse hayvansal kökenli canlıların, canlılık unsurlarının giderilmesinden sonraki aşamada bunların işlenerek insanların yararına sunulmasıdır. Örneğin; Ürün bir mersin balığı havyarının veya bir yılan balığının füme olarak işlenip piyasaya sürülmüş halidir.    Keza bir ineğin sütünü hem süt olarak işlemenin yanı sıra sütün yoğurt, peynir, tereyağı, kaymak haline dönüştürülmesi onları ürün kategorisine dâhil eder. 

Bitkilerden elde edilen yakacak, kâğıt, kereste, zamk, boya, ilaç, reçine, kauçuk, bitkisel yağlar ve dokumacılığın ham maddesi bitkisel liflerin her biri ürün olarak tanımlanır. Benzer şekilde bir asmanın üzümü ve üzümden elde edilen sirke, şıra, rakı ve şarap birer üründür.

İkincisi ise doğada mevcut cansız unsurların bilgi ve teknolojiyle işlenerek, insanların istifadesine sunulmuş halidir. En belirgin örnek olarak petrolden türetilen ürünleri sayabiliriz. Plastik, asfalt, katran, parafin, mazot, benzin, gazyağı gibi. Benzer şekilde bir otomobil üründür. Onu meydana getiren her bir parçada da ayrı birer üründür.

En sade şekliyle hamsi, midye, kalamar, balina, köpek balığı, sudak, sazan bir su ürünü müdür, diğer bir ifade ile suyun ürünü müdür? Yoksa sucul ortamda yani denizlerde ve iç-sularda genel tanımlama ile sucul ortamda yaşamını sürdüren canlılar mıdır? Konu bu kadar sade ve anlaşılırdır.

Evvela Türkiye’nin balıkçılık konusunda terminolojik ve sektörel tanımlama açısından küresel ölçekli olarak yörüngesine oturtulması esas olmalı haliyle küresel bütünleşmeyi gerçekleştirmelidir. Yapılması gereken ilk girişim TBMM çatısı altında verilecek bir önerge ile 1380 ve buna tadil getiren 3288 sayılı Su Ürünleri Kanununun isim değişikliği ile Balıkçılık Kanunu olarak düzenlenmesidir. Bu düzenleme gerçekleştirildiği takdirde tüm “su ürünleri” tanımlı resmi, özel, akademik kurum ve kuruluşlar doğal olarak “balıkçılık” tanımlaması konumuna geçmiş olacaktır. Ters düşmek şöyle dursun uymak ve bütünleşmek zorunda bulunduğumuz evrensel bilim ve iş dünyası “su ürünleri” değil “balıkçılık” terimini benimsememizi kullanmamızı gerektirmiyor mu? (Detaylı bilgi için bkz. Bilecik, N. 2012. Medeniyet Tarlasından Marş Marşla Geçenler. Denizler Çölleşmeden Balıklar Yok Olmadan. 348 s. Bölüm 9. Balıkçılık ve Su Ürünleri Sözcüklerinin Analizi. 147-154. Bio Ofset Matbaacılık Yay. San. Ve Dış Tic. Ltd. Şti. ISBN: 978-605-86979-0-4). Acaba TBMM Balıkçılık Komisyonu ülkemizdeki su ürünleri tanımlamasının küresel ölçekteki yanlışlığı ile dil bilimi açısından çarpıklığı giderici girişimlerini hayata geçirebilecek midir?

 

Uzun Vadede Çözümlenmesi Gereken Hususlar

 

Türkiye özellikle son 20 yıl içerisinde kontrollü balık yetiştiriciliği (akvakültür) uygulamalarında olağanüstü bir gelişme gösterdi. Bunun sonucunda kontrollü balık yetiştiriciliğinden elde edilen üretim avcılık yoluyla yapılan üretimi geçti. Diğer taraftan yetiştiricilik yoluyla üretilen balığın dış satımı da zirve yaptı. Tüm bunlar ilk bakışta son derece olumlu gelişmeye işaret etmekle birlikte gözden kaçırılan bir hususu da dikkate almakta fayda bulunmaktadır. O da balık yetiştiriciliğinin ülkenin ve dünyanın gerçeklerine göre düzenlenip düzenlenmediğidir. Ne yazık ki Türkiye kontrollü balık yetiştiriciliğinde balık yeminde kullanılan balık unu açısından dışa bağımlı bulunmaktadır.  Balık yetiştiriciliğinde kullanılan yem konusunda büyük ölçekli mutlak dışa bağımlılık aslında balık yetiştiriciliği alt sektörünün en baskın sorunudur. Dünyada küçük pelajik balıkların avcılığı tavan yapmış, stoklar çökmüş ve küresel yem sanayii alarm veriyor. Hal böyleyken geleceği tehlike çanları çalan bir konuda olağanüstü hamlelerle La Fontain’in “öküz olmak isteyen kurbağa masalı” misali gibi vazgeçilemez bir sevdaya yatırımcının kendini tutsak etme tablosu oluşturulmamalıdır. Çünkü 1 kg balıktan 1/5 oranında balık unu elde edilmekte; balığın büyüme dönemine ve türüne göre değişen balık yemi rasyonunda ortalama %40-50 düzeylerinde balık unu kullanılmakta, sonuçta denizlerdeki balığı yem sanayiine işleyerek, tükettiği balığı 1/3 oranında onu balık yetiştiriciliği olarak geri kazanmak uzun vadede akılcı bir tutum mudur? Son 3-4 yıldır 100 bin tonu fazlasıyla aşan balık unu dış alımlarına bağımlı bir balık yetiştiriciliği uygulamalarındaki gizli tehlikeyi görmezden gelmemek gerekir. Bu nedenle merkezi otorite uzun vadede önlem alınmadığı takdirde balık yetiştiriciliğinin doğuracağı olumsuz yanları düşünmek zorundadır. Bu olumsuzluğun akılcı ve güvenli bir noktada disiplin altına alabilme konusunu çözümlemek zorunluğundadır. 2022 yılında avcılıkla elde edilen balık miktarı 335.003 ton, yetiştiricilik yoluyla elde edilen miktar avcılığa fark atarak 514.805 tona erişmiş. Bu rakamların kısa vadedeki olağanüstü cazibesi uzun vadedeki tehlikeyi perdelemiştir. Oysa tüm bu rakamlar bol keseden okyanusları sorumsuzca sömürmenin kısa-orta dönemli getirileridir. Buna karşın okyanusların hamsi, çaça, ringa stokları çöktüğünde; Peru’da saatte 9 bin ton üretim yapan 100 balık unu fabrikası faaliyetine mola verdiğinde Türkiye’nin kontrollü balık yetiştiriciliğinde kötü gün politikasını şimdiden gündemine almasında fayda vardır. Şayet önlem üretme politikan yoksa gelecekte kontrollü balık yetiştiriciliği sektörünün olası batışına seyirci kalınacak demektir. (Detaylı bilgi için bkz. Bilecik, N. 2022. Pandemide Muğla’nın Yükselen Değeri: akvakültür. 25.07.2022. https://www.virahaber.com/pandemide-muglanin-yukselen-degeri-akvakultur-9015yy.htm). Acaba TBMM Balıkçılık Komisyonu balık yetiştiriciliği alt sektörünü bekleyen bu gizli tehlikeyi çözümlemek için merkezi otoriteyi ve yetiştiricilik sektörünü yönlendirerek önlem üretme konusunda yapıcı kararlar alınabilmesine olanak sağlayabilecek midir?

 

Noktalarken

TBMM Balıkçılık Araştırma Komisyonunun partiler üstü olarak oluşturulması parlamentoya balıkçılığımızın temel sorunlarının giderilmesi için tarihi bir fırsat vermiştir. 50 yılı aşkın süredir devam eden aksaklıklar, boşluklar ve yeni gelişmelerin düzlüğe çıkarılması için oluşan bu fırsat iyi değerlendirilmelidir. Çünkü parlamentonun kanun yapıcı ve yaptırımcı özelliği Türkiye balıkçılığının ve balıkçıların çağdaş şekilde kalkınabilmesinin de zemini oluşturacaktır.

TBMM Balıkçılık Araştırma Komitesinin hazırlayacağı rapor temeli bilime dayalı radikal kararlar içermelidir. Çünkü sucul doğa her yönüyle aşırı derecede yıpratılmıştır, stoklar çökmüş ve avcılıklar verimsizleşmiştir. Stokların çöktüğü bir ortamda öncelik daima doğadadır ve bu aşamada balıkçının sosyal açıdan çökmesinin hiçbir esprisi yoktur. Bu nedenle merkezi otorite özellikle endüstriyel balıkçı ağalarının siyasi otoriteyi de arkalarına alarak yaptıkları baskılardan arındırılmalıdır.

Şayet Komisyonca hazırlanan rapor; bu makalede somut olarak değinilen kısa, orta ve uzun vade için verilen bilgi ve önerilerin ışığı altında sorunlar TBMM’de yaşam bulamayacaksa raporu yazmanın hiçbir anlamı olmayacağı da açıktır. Endüstriyel balıkçı kesiminin ülkemiz balıkçılığındaki bilimden yoksun ben merkezli, benden sonrası tufan diyen cahillik ve aymazlık içeren egemenliği noktalanmalıdır. TBMM Balıkçılık Araştırma Komisyonunun hazırlayacağı raporun bilimle uyumlu, gerçekçi ve ağa balıkçıların ahkam kesmelerinden arınmış bir rapor olması temenni edilir. Umulan odur ki “Dağ fare doğurdu” deyimi gerçekleşmesin.

 

İçinde yaşadığımız dönem geçmişe göre bilgi kavramının her mesleki alan açısından tavan yaptığı bir süreçtir. Haliyle balıkçılığın ilgi alanına giren tüm konular bu gelişmelerden fazlasıyla nasibini almıştır. Türkiye balıkçılığının yönetiminde yatan temel sorun bilgi ve teknik açıdan değildir. Sıkıntı bilgi ve uygulamaların endüstriyel balıkçı kesiminin siyasi otoriteyi de arkalarına alarak merkezi otoriteye yaptığı baskıdır. Bu baskı büyük ölçekli olarak merkezi otoritenin bilimsel, objektif, tutarlı ve sucul doğanın işleyiş kurallarına uygun kararlar alabilmesinin de önünü kesen bir oluşumdur. Merkezi otorite özellikle siyasi baskı nedeniyle şamar oğlanına dönüştürülmekten arındırılmalıdır. Çünkü Türkiye balıkçılığının kalkınmasını engelleyen baskın amil gelmiş geçmiş iktidar parti milletvekilleri ve hatta bakanlarının merkezi otorite üzerindeki siyasi kaygı nedeniyle yapageldikleri kesintisiz baskılarıdır.

  Beklenen odur ki TBMM Balıkçılık Komisyonu sorunların üstesinden gelecek ve merkezi otoritenin elini rahatlatacak kanun ve uygulamalara oluşturulan bu fırsat nedeniyle imzasını atabilmesidir.

 

Bu yazı toplam 1026 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar