1. YAZARLAR

  2. Atilla Akbaş

  3. VİRA BİSMİLLAH
Atilla Akbaş

Atilla Akbaş

Lojistik Yönetim Uzmanı
Yazarın Tüm Yazıları >

VİRA BİSMİLLAH

A+A-

Desturuyla çıkılır denize. Peki bu deniz aşırı yollarda, beyazları çekip de enginlerde sadece bayrak gezdirmek midir denizcilik; yoksa mutlak bir kabullenmişliğin tam ortası mıdır?

Oysa deniz kıyısında yaşayanlar açıkta bekleyen gemilere hep bir romantizm objesi olarak bakmışlardır. Sahil akşamlarının güzellikleri gençler ise, yaktıkları ateşin başında eğlenirken uzakta, ışıkları denizi aydınlatan gemilere şarkılar eşliğinde methiyeler düzmüş, aşk kokulu rüzgârlarda sevmeyi öğrenmişlerdir.

Durum, işin kara ayağında bu kadar saf ve temiz iken; gemi adamları kendi gemilerinin nezdinde yaşanan bu hoş bakışların farkında bile değildir. 

Onlar 7/24 çalışma temposunun verdiği yorgunluktan çıkamadıklarından, bu tür hoşlukların merkezinde olduklarını hesap edemezler.  Alargada (açıkta demir atmış) bekleyen bir gemide personel için dış dünya, ancak çarşıya çıkarak sivil insanların içine karışmaktır.

O da her liman sahasında mümkün olmadığından; fırsat buldukça alır oltasını gemici, sallar güverteden denize. Eğer biraz nasibi de açıksa balıklarla birlikte mutluluğu da yakalamış olur yanında. Akşam ziyafetinin teşekküre boğulan en kahramanıdır artık. Övgüyü hak etmiş, bir kutu sigarayı da garantilemiştir ödül olarak. İşte size bir gemi köşesinde cereyan eden mutluluk tablosu.

Deniz dibine tutunmuş bir çıpaya zincirle bağlı, kendi etrafında dönen bir gemi de seyrettiği dört boyutlu manzarayı izlemek zorunda kalan bir adamdır gemi adamı. Toprağa ayağının basmadığı zamanlarda denizden karaya umutla bakan bir kürek mahkumunun cebinde kalan son umut kırıntılarını aktarıyorum size. 

Kara insanı sadece gemi bütünlüğüne aşina olduğundan içindekiler pek aklına gelmez. Gelse de öyle kafa yormaz. Eğer kişi biraz ince ruhluysa; belki aklından geçirir; orası da ekmek teknesi, orada da çalışmak zorunda olanlar var.

Özlemler, ihtiyaçlar, ulaşılamayanlar hayaller var. Ya evde, sılada bırakılanlar? Gözleri yollarda geminin gideceği yeri öğrenip günler öncesinden hava durumuna bakıp yüreği daralan analar var.  

Yani aslında sözün özü; yazlıkların balkonlarında, sahillerin gemileri gören en güzel deniz manzaralı masalarından görülmeyen deniz emekçisinin gizli hasreti var.

Bu iş herkesin iç çektiği, ama asla herkese göre olmayan farklı bir boyuttur bu kesin.

Genelde hayatlarında önem verdiği kriterlere ulaşamayan deniz insanları, çoğu kez mecburiyetten, bazen de maceracılığın tutkusuyla kendini bir geminin çarmıhından tırmanırken bulur.

“Vira demir” komutu geldiğinde ise mesleğe adanan ömrün riskleri artık hesap edilmez.

Gemide çekilen çile ne kadar ağır olursa olsun gemici en normal hayatı kendi hayatı sanır ve kader birliği ettiği denizdaşlarından güç almayı öğrenir. O yüzden depresyon denilen ruh halini savuşturmayı da bilir.

Bilmek de zorundadır. Çünkü içinde bulunduğu ortam naz niyaz dinlemeyen, zor zamanlarda karadaki işler gibi kaçıp saklanılamayacak bir ortamdır. O yüzden kapatır şalterleri bakar işine. Ötesine karışmaz. Çünkü konuşsa sessizlik sussa ayrılık. Elden gelen bir şey yok.

Seyir sorunsuz ve sakin ise, alır su bardağı dolusu çayını, yürür baş üstüne. Ufka özlemle bakar, bir sigara yakıp derinden bir iç çeker ama ruhu çıkmaz yerinden. Kısa metrajlı bir filmin başrolündeymiş gibi hisseder kendini. Bir gün filmin biteceğini bilir.  O yüzden kabullenmişlik baskın çıkar. Onlar çok uzaklardadır bilir. Sorgulamaz mesleğinin dayattığı gurbetliği. Ne olacaksa olacaktır artık.

Denizcilik ne anlatıldığı kadar romantik ne de sanıldığı kadar zordur.

Kendini tehlikenin bir parçası olarak görmeye başladığından itibaren tehlike ortadan kalkmıştır. Bu bakış açısıyla aşılır denizler…

Gemiciler çok kazanan, eğlenmesini seven bonkör insanlar olarak bilinse de; işin mali kısmını banka hesap cüzdanından ailesi takip eder. Hesap cüzdanının, kendisiyle alakası yoktur. Bilinir ki bir derde merhem olmayacaksa ayrılık, bu gurbetliğe adanan zamana da yazıktır. Bu sebeple her ay, her maaş mutlaka bir körüne merhem olsun ki ayrılığa değsin.   

Sabır işidir bu iş. Yeni başlayanın adaptasyon suresi uzayabilir. Bedeniyle gemide olan gemici ruhunda gurbettedir.

Kara hayatında sabır öğrenilmemiş ise,  “Pek ağır yol”  ilerleyen bir deniz taşıtında zorlu zaman dilimleri onu alıkoyacak, adeta bir olgunlaşma eğitimine tabi tutacaktır. Kaçışı yoktur.

Sılaya duyulan hasret ara ara derinden küçük kesikler bıraksa da içinde; tez vakitte bu ruh halinden sıyrılmasını bilmelidir denizci.

Ölümler, doğumlar, yıl dönümleri, belki yeni doğan çocuğun ilk kelimeleri/ilk adımları, okula başlanan ilk gün ve mezuniyetin aranan yüzü olunacak, keşke ile başlayan cümleler kifayetsiz kalacaktır.

Elden gelen fazla bir şey olmadığı gibi, ötesini de istemenin gereği yoktur. Kader ağlarını örmüştür bir defa. Kabullenmek ve katlanmak bu işin mayasındadır.

Vedalaştıklarını aylar sonra bıraktığı gibi bulacak olmayı ummanın zorlu bir imtihanındasındır bu yolculukta.

Ama eski denizciler bilirler öyle bir zaman gelir ki; ev ile gemi arasındaki o keskin hat kesilir. Takvimin yüzüne bakılmaz olur. Geçen zamana kafa tutmaya başlanan günler artık yanında safa durmuştur. Sanırsın bu gemide doğdum, burada yaşayacağım ve hayat benim için bu.

Özlemlerin raflarda kalma süresi uzamıştır. Karadaki düzenin mazi olmuş senle de bir ilgisi yoktur.

Kafayı işine yatırmışsındır.  Mis gibi iyot kokusunu da çektin mi içine, geminin ruhunu hissetmeye başlarsın. Sıfır noktası ayağının bastığı yer olmuş. Sen merkez olmuşsundur.

Deniz hayatımda edindiğim tecrübelerle sabit bu yazdıklarım. Arada sorarlar nasıldır bu gemicilik dedikleri diye. Ağzımdan kötü söz çıkmaz. Çok zorluğuna dayansam da; ihanet gelir kem söz deryaya. “Deniz işinde meşakkat olduğu doğrudur” der geçerim.

Gemi işleyişindeki dişliler ve hiyerarşi seni adam akıllı ezerek sabır ve sinir testinden geçirir. Bu durum bir nevi hayatın acı yüzüdür.

Sınavı geçenler artık bu piyasanın bir parçası olurken; tahammül-ü irade sergileyemeyenler kısa süren deniz hayatlarının perdesini çekmişlerdir bile. Hatta valizlerini dahi toplamışlardır.

Modern yaşamda rastlanmayacak terslikler ile baş etmek zorundasınızdır.

Örnek mi? Limanda kısa süreliğine de olsa şehre çıkma ihtiyacı hissettiğinizde dönüşte sizi bekleyen sürprizlere hazırlıklı olmalıdır mesela Gemi Kaptanı.

Cezayir limanında bağlı olan geminize bir kamyonun çarpmasını gün gelir yadırgamayacak halet-i ruhiye ye ulaşmanız fazla zaman almaz.

Daha akılları durduracak ne sıkıntılara kafa yormak zorundadır Kaptan. Bu enteresan geniş zaman dilimi gün gelecek ona hızlı problem çözme yetisini kazandıracaktır. Bu kondisyon hali ise omuzlarında sorumluluğun ağasını taşıyanı pişirir ve genç yaşta “Beybaba” yapar.

İki çuval dolarla ancak satın alınabilecek bir gemiyi kendinizinmişçesine yönettiğiniz gururlu bir günün akşamında, canı bir paket bisküvi çeken bir kaptanın onu bulamayınca ne kadar yıprandığını düşünüp yutkunması da bu işin bir parçasıdır ve bizzat başıma gelmiştir.

Patronuna milyonlar kazandıran denizci hakkı olana razıdır. Bu işten zengin olan pek görülmemiştir. Çünkü kişi gemiden indiği an "O kadar çalıştık, şimdi yeme vakti” gibi bir tavra düştüğünden ya parasını çarçur eder ya da ölü yatırım denen arabaya, elektroniğe, mobilyaya bağlar birikimini.

Arada birkaç akıllı çıkar ve ev-arsa alır yatırım yapar. Geleceğiyle ilgili öngörü de bulunur. İşte o kişi denizi bırakan kahraman kişidir. Diğer seçeneklerdeyse denizi bırakıyorum palavraları ucuz laf cambazlığıdır, gösteridir, riyadır.

Gemiler yüklenir tahliye olur soğuk bir demirin üstünde ömrün çürür. Kontratlar erir, yaprak dökümü kaçınılmazdır.

Bir uzak doğu limanında personel değişimi olacaktır.

Genellikle giden kadro ne kadar kafa dengiyse, gelenlerde bir o kadar pürüzlüdür. Bu geleneksel durum şaşmaz bir kaidedir.

İki kontrat yiyen Kaptanınızda ve birkaç yardımcı personelde yorgunluk artık tavan yapmıştır. Zaman yavaşlar, seyirler çekilmez, yollar bitmez olur. Moraller düşer ama kendini tekrar onarıp ayağa kalkmak zorunluluktur.

İlk 1-2 ay kendini dinlendirerek dayanma gayretiyle geçer. Sonraki süreç sadece işe odaklanmaktır. Eski personelinde senden farkı yoktur. Yorgunluklar ve uyuşmazlıklar tavan yapınca gemide sohbet muhabbet ortamı kalmaz. Tahammülsüzlükler, kavgalar, gürültüler, küslükler dedikodular almış başını gitmiştir.

Canın sıkılsa akşam kalkıp evine dönemezsin bu meslekte. Üstelik bazen çok yetersiz adamlara katlanman onları eğitmen de gerekebilir.

İşi öğretme gibi bir paye biçersin kendine. Sonrasındaysa hem kendi işini yapar, hem de aklı başka yerde olan yeni yetme zabitanın kontrolörlüğünü yaparken bulursun kendini. Al sana çifte yorgunluk. Bu acemilikler hep iş bilmez ya da işine gelmez sözde personel müdürlerinin marifetleridir. Kağıt üzerinde kadroyu doldurayım da nasıl olursa olsun. 

Deniz-domuz olduğunda (yüksek dalga hali) arızalanan ana makinada ciddi sorunlar baş gösterir. Tadı tuzu kalmamış suratlar yorgunluklarından makine dairesinden çıkamaz olmuşlardır. Çare yoktur çalışmaya devam. Birkaç liman daha yapar elden ayaktan düşmemenin gayretine odaklanırsın.

Öyle ya da böyle çizilen rotayı takip eder varış bölgesine nihayet demir atarsın. Alarga süresi uzarsa iyi olur. Biriken eksik işler yavaş yavaş tamamlanır. Biraz da dinlenebilirsen ne âlâ…

Ardından kontrollü bir yanaşma ve yükleme/tahliye süreci işlemek zorundadır. Gemi başlar biter ve yeni bir seyahat için kalkış zamanı gelir çatar. Hazırlıklar yapılır. Kalkış manevrası güvenli bir şekilde kotarılır, gemi limandan açar,  ağır yol, yarım yol, tam yol derken uygun deniz süratine geçilir.

Aşağıdaki makinistler kontrol odasından çıkar, tüm makine dairesini dolaşır kontrollerini yaparlar. Artık her şey yolundadır ve memlekete kalan son 13 000 mil için geri sayım başlamıştır.

Sarı deniz, Malakka, Hint okyanusu, Kızıldeniz ve Süveyş’ten sonra o mis kokulu turkuaz renkli Akdeniz’e, yaşanan seni yoran arızalarla, karanlık ruh hallerinden aldığın son dayanma gücüyle yorgun bitap dalarsın vatan sularına. 

Bir anda aylardır gerilen sinirler boşalır ayaktaki personel yarı ağlayarak yarı kahkaha atarak bağıra çağıra oynamaya başlar teybe konan her oyun havasında.

Gemi Kaptanı zaten durumdan haberdar bozmaz personelin havasını. Hatta bir jest yapar rotayı birkaç derece daha kırar Türk sularına doğru ki; telefonlar çeksin, moraller yükselip hasretler azalsın, gönüllere hiç olmazsa bir avuç su serpilsin.

Vatana yaklaşmanın verdiği coşkuyla kamaralarda toplanılır, dargınlar barıştırılır alınan hediye paketleri açılarak zevkle bir daha gözden geçirilerek muhabbetin dibine vurulur.

Çünkü nereye gidersen git, Dünyayı kaç defa dolanırsan dolan, mutluluk hep evde bir yerde gizlidir.

İşte ülkemdeki Gemi Adamı profili aşağı yukarı budur.

Vira ailesine yeni katılıyor olmam itibariyle ağırdan bir sıcak selâm vermek istedim sizlere ve camiaya.

Gelecek konularda elbette sektörümüzü ve sorunlarını daha detaylı mercek altına alıp çare üretmek için kafa yoracağız. Artıları eksileri yapıcı bir üslupla kırmadan dökmeden dile getireceğiz. Üstümüze düşen bir görev varsa da; elbette gövdemizi taşın altına koymaya da hazırız.

Bizler içinde böyle bir maneviyatla yaşayan usta gemici büyüklerimizden öğrendik bu mesleği.  Aynı şekilde de inşallah bizden sonrakilere aktarma gayretinde olacağız. Allah ömür verirse tabi.

Sağlıcakla kalın.

Pruvanız neta rüzgârınız kolayına olsun.

Allah selâmet versin.

Bu yazı toplam 1700 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar